Robert Jordan – Zaman Çarkı #6 – Kaos Lordu

Aslanlar şarkı söyler, tepeler uçar. Gündüz gündüz ay olur, gece de güneş. Kör kadın, sağır adam ve karga aptal. Bırak artık hükmetsin Kaos Lordu. Bir çocuk oyunundan tekerleme. Büyük Arvalon’da derlenmiştir. Dördüncü Çağ. Önsöz Demandred Shayol Ghul’ün yamaçlarına adım attı ve gerçekliğin dokusunda bir delik olan kapı sönüp gitti. Yukarıda, kaynayan gri bulutlar gökyüzünü gözlerden gizliyordu, bir içdenizin koyu, kül rengi dalgaları dağın görünmeyen zirvesine çarparak parçalanıyordu. Aşağıda, çıplak vadide tuhaf ışıklar çakıyordu; soluk maviler ve kırmızılar kaynaklarını perdeleyen bulanık alacakaranlığı dağıtamıyordu. Şimşekler yukarı, bulutlara akıyor, gök gürültüsü ağır ağır, yuvarlanırcasına gürlüyordu. Yamacın değişik yerlerinde, muhtelif deliklerden buhar ve duman yükseliyordu. O deliklerin bazıları bir adam eli kadar küçük, bazıları on adamı yutabilecek kadar genişti. Demandred hemen Tek Güç’ü salıverdi ve tatlılık duygusu ile birlikte, her şeyi daha açık, daha berrak gösteren, keskinleşmiş duyular da kayboldu. Saidin yokluğu, içi boşalmış gibi hissetmesine sebep oluyordu, ama ancak bir aptal burada yönlendirmeye hazırmış gibi görünürdü. Dahası, ancak bir aptal burada açıkça görmek, koklamak, hissetmek isterdi. Artık Efsaneler Çağı denen zamanlarda, burası serin bir denizin ortasındaki hoş bir ada idi, kırsal olan her şeyden hoşlananların en sevdiği yer. Buhara rağmen, şimdi acı bir soğuk vardı; bunu hissetme izni vermedi kendisine, ama içgüdüleri kürk astarlı kadife pelerinine daha sıkı sarınmasına sebep oldu. Nefesi ile birlikte dalga dalga buhar üfürüyordu, ama buhar bulutları bir an göründükten sonra havaya karışıp kayboluyordu. Birkaç fersah kuzeyde dünya sırf buzdan oluşmuştu, ama Thakan’dar her zaman çöl kadar kuru, ama kış kadar soğuk olurdu. Bir tür su vardı, gri çatılı bir demirhanenin yanındaki kayalık yamaçtan akan mürekkep karası bir dere. İçeride çekiç sesleri çınlıyordu ve her çınlama ile birlikte, demirhanenin küçük pencerelerinde beyaz bir ateş alevleniyordu. Demirhanenin kaba, taş duvarının dibinde perişan bir kadın, ümitsiz bir yığın gibi çökmüştü. Kadının kollarında bir bebek vardı ve sıska bir kız yüzünü kadının eteğine gömmüştü. Sınırboyları’na yapılan bir akında ele geçirilen tutsaklar, kuşkusuz. Ama sayıları çok azdı; Myrddraaller diş gıcırdatıyor olmalıydılar. Myrddraal kılıçları bir süre sonra bozulurdu ve yenilenmesi gerekirdi. Sınırboyları’na düzenlenen akınların azaltılmış olması önemli değildi. Demircilerden biri dışarı çıktı. Dağdan yontulmuş gibi görünen, kalın, ağır hareket eden, insansı bir şekildi. Demirciler aslında canlı sayılmazdı; Shayol Ghul’den çıkarılacak olurlarsa taşa ya da toza dönüşürlerdi. Aslında demirci de sayılmazlardı; kılıçtan başka bir şey yapmazlardı. Bu demirci, iki elindeki maşalarla uzun bir kılıç tutuyordu. Kılıcın su verilmiş metali, ayla aydınlanmış kar gibi solgundu. Canlı ya da değil, parlak metali kara dereye batırırken büyük özen gösterdi demirci. Suyun bir dokunuşu ile canlılığı sona erebilirdi. Metal sudan çıktığında, ölüm siyahıydı. Ama henüz işi bitmemişti. Demirci ayaklarını sürüye sürüye içeri girdi ve aniden bir insan sesi ümitsiz bir haykırışla yükseldi. “Hayır! Hayır! HAYIR!” Adam bir çığlık attı, ses yoğunluğundan bir şey kaybetmeden azaldı, azaldı, çığlık atan kişi inanılmaz uzaklıklara fırlatılmış gibi solup gitti. Kılıcın işi şimdi bitmişti işte. Demirci bir daha dışarı çıktı –belki aynı demirciydi, belki bir başkası– ve kadını çekip ayağa kaldırdı. Kadın, bebek ve çocuk feryat etmeye başladılar, ama demirci bebeği annesinin kollarından çekip aldı ve kızın kollarına bıraktı. Sonunda kadın direnecek gücü buldu. Ağlayarak, çılgınca tekmeledi, demirciyi pençeledi. Demirci taş gibi kayıtsız kaldı. Kadının feryatları içeri girer girmez kesildi. Çekiçler yine çınlamaya başladı ve çocukların hıçkırıklarını boğdu. Bir kılıç yapılmıştı, biri yapılıyordu ve iki tanesi de yapılacaktı. Demandred daha önce, kanlarını Karanlığın Yüce Efendisi’ne vermek üzere bekleye uyandığından beri yaptığı her ziyarette daha geniş buluyordu onu. Kısa süre sonra tamamen açılacaktı ve Yüce Efendi bir kez daha yeryüzüne uzanabilecekti. Kısa süre sonra Dönüş Günü gelecekti. Ve Demandred sonsuza dek dünyaya hükmedecekti. Yüce Efendi’nin emri altında, elbette. Ve, elbette, hayatta kalan diğer Seçilmişlerle birlikte. “Artık gidebilirsin, Yarı-insan.” O şeyin burada kalıp, nasıl esrikliğe kapıldığını görmesini istemiyordu. Esriklik ve acı. Shaidar Haran yerinden kıpırdamadı. Demandred ağzını açtı –ve kafasının içinde bir ses patladı. DEMANDRED. Buna bir ses demek, bir dağa çakıltaşı demekten farksız olurdu. Neredeyse Demandred’i kendi kafatasının içinde ezecekti; içini sevinçle doldurdu. Dizlerinin üzerine çöktü. Myrddraal kayıtsızca durmuş izliyordu, ama o ses kafasını doldurmuşken, Demandred’in ancak küçük bir parçası yaratığın farkındaydı. DEMANDRED. BU DÜNYA NASIL GİDİYOR? Yüce Efendi’nin dünya hakkında ne kadar bilgisi olduğundan asla emin olamıyordu. Onun bilgisi kadar cehaleti de şaşkınlığa düşürmüştü onu eskiden. Ama Yüce Efendi’nin ne duymak istediğinden kuşkusu yoktu. “Rahvin öldü, Yüce Efendi. Dün.” Acı geldi. Büyük sevinç duygusu çabucak acıya dönüştü. Kolları ve bacakları seğirdi. Şimdi terliyordu. “Tıpkı Asmodean gibi, Lanfear iz bırakmadan kayboldu. Ve Graendal Moghedien’in planladıkları buluşmaya gelmediğini söyledi. Bu da dün oldu, Yüce Efendim. Tesadüf olduğuna inanmıyorum.” SEÇİLMİŞLERİN SAYISI AZALIYOR, DEMANDRED. ZAYIFLAR DÖKÜLÜP GİDİYOR. BANA İHANET EDEN NİHAİ OLARAK ÖLECEK. ZAYIFLIĞI YÜZÜNDEN DÖNEN ASMODEAN. GURURU YÜZÜNDEN ÖLEN RAHVİN. İYİ HİZMETLER VERDİ, AMA BEN BİLE ŞERATEŞTEN KURTARAMAM ONU. BEN BİLE ZAMANIN DIŞINA ÇIKAMAM. Bir an o korkunç sesi büyük bir öfke doldurdu –hayal kırıklığı olabilir miydi? Yalnızca bir an sürdü. KADİM DÜŞMANIM, EJDER DENEN ADAMIN ELİNDE ÖLDÜ. SEN BANA HİZMET ETMEK İÇİN ŞERATEŞ KULLANIR MIYDIN, DEMANDRED? Demandred duraksadı. Bir ter damlası yanağında bir santim kaydı; ona bir saat sürmüş gibi geldi. Güç Savaşı sırasında, bir sene boyunca her iki taraf da şerateş kullanmıştı. Sonuçlarını öğrenene kadar. Bir anlaşma ya da ateşkes olmaksızın –merhamet olmadığı gibi, ateşkes de olmamıştı o savaşta– iki taraf da şerateş kullanmayı bırakmıştı. O sene şerateş altında şehirler ölmüştü, yüz binlerce iplik Desen’den silinmişti; neredeyse gerçekliğin kendisi çözülecek, dünya ve evren sis gibi dağılıp gidecekti. Şerateş bir kez daha serbest bırakılırsa, hükmedecek dünya kalmayabilirdi. Bir mesele daha rahatsız ediyordu onu. Yüce Efendi Rahvin’in nasıl öldüğünü biliyordu. Ve Asmodean konusunda Demandred’den daha fazlasını biliyor gibiydi. “Ne emrederseniz ona itaat ederim, Yüce Efendim.” Kasları seğiriyor olabilirdi, ama sesi kaya gibi sağlamdı. Dizleri sıcak taşlardan dolayı su toplamaya başlamıştı, ama bedeni bir başkasına aitti sanki. EDECEKSİN. “Yüce Efendim, Ejder yok edilebilir.” Ölü bir adam bir daha şerateş kullanamazdı ve belki o zaman Yüce Efendi buna ihtiyaç da duymazdı. “O cahil ve zayıf bir adam, dikkatini bir düzine değişik yöne dağıtıyor. Rahvin kibirli bir aptaldı. Ben…” NAE’BLIS OLUR MUYDUN? Demandred’in dili dondu. Nae’blis. Yüce Efendi’den yalnızca bir adım geride duran, tüm diğerlerini yöneten kişi. “Sana hizmet etmek istiyorum, Yüce Efendim, ne şekilde olursa olsun.” Nae’blis. O ZAMAN DİNLE VE İTAAT ET. KİM ÖLECEK, KİM KALACAK, DİNLE. Ses beynine dolarken Demandred çığlık attı. Yanaklarında coşku gözyaşları aktı. Myrddraal duygusuzca onu izliyordu. “Kıpırdanmayı kesin.” Nynaeve aksi bir tavırla uzun örgüsünü omzundan arkaya attı. “Kaşıntısı tutmuş çocuklar gibi kıpırdanıp durursanız bu bir işe yaramaz.” Sallantılı masanın karşısında oturan iki kadın da ondan yaşlı görünmüyordu, ama aslında en az yirmi yaş büyüktüler ondan ve ikisi de aslında kıpırdanmıyordu, ama sıcak yüzünden Nynaeve’in sinirleri tepesindeydi. Küçük, penceresiz oda havasız kalmıştı. Nynaeve terle sırılsıklamdı, ama iki kadın serin ve kuru görünüyordu. Aşırı ince mavi ipekten Doman elbisesi içindeki Leane omuzlarını silkmekle yetindi; uzun boylu, bakır tenli kadın sonsuz bir sabra sahipmiş gibi görünüyordu. Genelde. Diğer yandan, beyaz tenli ve sağlam yapılı Siuan nadiren sabır gösterirdi.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir