Omer Farruk Delibas – Yohan Lorm; Trio

Bugüne kadar birçok suikast işledim. Çok küçük yaşta başladım bu işe ve eğitim aldığım yerde bana öğrettikleri gibi teknolojiden uzak duruyorum. Bu benim bulunmamı zorlaştırıyor. Basit güvenlidir. Evet, iş diyorum çünkü bundan para kazanıyorum. Ama bu eskiden önemliydi. Artık her işi kabul etmiyorum. Benim de hedefime uymasını istiyorum. Birtakım sırlar öğrenene kadar hep para için öldürdüm. Öğrendiğimden beri ise sadece amacım için öldürüyorum. Tanrı beni bağışlar mı bilmiyorum ama ben öldürdüklerimin beni bağışlamasını istiyorum. Onları hiç sorgulamadan öldürdüm. Bu normal insanların anlayamadığı bir şey, öldürmek.. Onlar için söylemesi bile korkunç, oysa ben yapıyorum. “Çocukları var mı, eşi mi bekliyor evde, belki annesini ziyaret edecekti?” Bunlar geçmiyor aklımdan. Geçerse öldüremezsiniz. Herkes öldürmenin zor olduğunu sanır, hâlbuki benim işim çoğu kişiye göre daha kolay. Beni bekleyen biri yok, konuşacağım biri yok, tartışacağım biri yok, bir ismim olduğunu bile sanmıyorum. Kendimi bildim bileli bu işlerin içindeyim. Oysa onlar silah kafalarına dayalı halde bile başka şeyler düşünürler. Bu hep böyledir. İnsanlar kendilerince haklı olduklarını düşündükleri zaman beni ararlar ve bazen liste verirler bazen de tek bir kişi. Telefonda hiç iş konuşmadım, bana isim sorduklarında hep farklı isimler verdim. Ama o sırrı öğrendikten sonra herkese aynı ismi veriyordum: Yohan Lorm! Uzun süredir herkes beni bu isimle biliyor. Ancak ne demek olduğunu bilmiyorlar. Yakında öğrenecekler. Bu işi rahat yapmamın birkaç sebebi var en önemlisi bu işi yapabiliyor olmam diğeri ise kimsenin beni bilmiyor olması. Adeta bir hiç kimseyim. Annem, babam veya herhangi bir akrabama dair en ufak bir fikrim varsa o da birilerinin olması gerektiğidir. Bunun dışında bir şey bilmiyordum, bilmek de istemiyordum. Bu beni yavaşlatır diye düşünüyordum. Bundan otuz sene önceydi. Amerika saldırıya uğramış ve ortalık karışmıştı. Bu beni ilgilendiriyordu çünkü birbirine kızacak kişi sayısı artacaktı ve bu benim için yeni işler var demekti. Bir cumartesi gecesi telefonum çaldı aslında uyumak istiyordum ama arayan aslında Yahudi olan Danimarkalı bir iş adamı Lucas’tı. Gerçekten çok zengin biriydi onun için daha önce de birkaç kez iş yapmıştım. Sözünde dururdu hiç paramı aksatmadı ve verdiği bilgiler kesindi. Merak edip telefonu açtım. Bana çözülmesi gerektiği bir sorununun olduğunu söyledi ve bir restoranda buluşalım istedi. Telefonda konuşmadığımı biliyordu. Ona adımın Stephan olduğunu söylemiştim. Kime hangi ismi söylediğimi hep kaydederim. Lucas’a Stephan denk gelmişti. Paris’te güzel bir restoranda yemeğimizi yiyorduk. Paris güzel yer diye geçirdim aklımdan o sırada. O kadar yer gezmeme rağmen sonunda buraya gelmek beni rahatlatıyordu. Eğer önemli bir şey bırakacak olursam dünyaya adını Paris koyardım, kızım veya oğlum olsaydı veya başka bir şey. Şimdilik yok. Lucas önündeki en büyük engeli bulduğunu ve onu öldürürsem kendisinin çok yükseklere çıkabileceğini söyledi. Nereye çıkacağı veya sonucunun ne olacağı benim ilgi alanıma girmiyordu. Bana ne teklif edeceğini merak ediyordum ve bana hayatımın fırsatını sundu. “Bu adamı öldür, dile benden ne dilersen!” dedi. Adamın adı Harm Yooln’du, 67 yaşındaymış. Ne kadar zor olabilir ki dedim. Bana biraz bilgi verdi. Evin nerede olduğunu, korumalarının nerelerde durduğunu, kameraların yerlerini ve adamın genelde evde bulunduğu saatleri söyledi. Bu bilgiler çok işime yarayacaktı. Yine de kendim göz atmadan hiçbir işe başlamazdım. 26 yaşındaydım ve hiç zor olmayacağını düşünüyordum. Her şeyi planlamıştım artık sadece yapması kalmıştı. Telefonumu eve bıraktım, özel diktiğim kıyafeti giydim. Hançerimi, zehirli silahımı ceplerime soktum ve dikenli eldivenimi giydim. Bunlar eski tip silahlardı ve hançerimi hep en sıkıştığım anda kullanırdım. Ne kadar az vakit harcarsam o kadar iyi. Altı koruma vardı ve hepsini uzaktan vurdum. Zehirler saplanmıştı ve ben vaktimi bekliyordum. İki dakika sonra korumaların arasından geçip gittim. Zehir onları etkisiz hale getirmişti ayakta duruyorlardı ancak tepki veremiyorlardı. Harm’ın ters giden bir şeyler olduğunu anlamasını istemiyordum. Kapıyı açmak zor olmadı, Harm tek başına yaşıyordu ve geceleri evde yanında çalışanlar kalmıyordu. Saat 2’ye yaklaşıyordu. Bu saatlerde kitap okuduğunu biliyordum. Sessizce odasına girdim ve hançeri boğazına dayadım. Elinde Roma İmparatorluğu’na dair bir kitap vardı. Önünde kameraları gösteren küçük televizyonlar ve diğer her yer sanki kitapla doluydu. Harm’ın karşı koyacak gücü yoktu. Beni kimin gönderdiğini sordu bu retorik bir soruydu. Yine de söyledim, öldüreceğim kişilere bilgi vermekten hiç çekinmedim. Hatta çoğuna yüzümü gösterdim. Ama öldürdükten sonra onlara hiçbir şey söylemiyorum. Harm’ın karnına dikenleri batırmıştım, yerde yatıyor ve kımıldayamıyordu. Ona da yüzümü gösterdim. Harm şoka uğramıştı bir anda heyecanlandı, ayağa kalkmaya çalıştı. Onu engellemeye çalıştım ve bu sırada yanımızdaki masaya çarptık. Birkaç şey kırıldı ve birçok kitap yere düştü. Sinirlenmiştim. Harm’ın boğazına da dikenleri sapladım. Bu birazdan onu öldürecekti. Tek dediğim “Tanrı hepimizi bağışlasın..” oldu. Ve yanından ayrılıp pencereden dışarı çıkmak için yürümeye başladım. Sonra bir anda duraksadım, sanki bir şey gördüğümü sandım ve geri döndüm. Evet doğru görmüşüm yerde duruyordu. Elime alıp yakından baktım, şok içindeydim “Bu gerçek mi..?!” *2 – Karmaşık Herkes küçüklüğünü hatırlar mı bilmiyorum ama ben hatırlıyorum. Akranlarıma göre daha uzundum ve daha iri. Saçlarımı hep sıfıra vururdum, hala öyle yaparım beni rahatsız ederler. Kaldığımız yerde bize sabrı öğrettiler. Çok konuşulmuyordu, gereksiz konuşulmuyordu. Hep bir şeyler öğrenmeye çalışıyorduk. Bomba yapmayı öğrenmek, bitkilerden zehir yapmayı öğrenmek, atış teknikleri, zor şartlarda yaşam, anatomi ve birçok bilgi. Henüz küçükken ve beynimiz tazeyken bunları öğrenmeye başladık. Şimdi hepsinin faydasını görüyorum. Biz o kalabalıktayken bile, bize gizli kalmayı öğrettiler. Kimse birbirini bilmiyordu. Bu sayede eğitimi tamamlayanlar birbirini tanımamış oluyordu. İlk işleri hep hocalarımız verirdi. Sonrası gelirdi zaten. Kısa bir süre önce ben de eğitim vermeye başladım. Anladım ki sadece ben de değil buraya getirilen herkeste aynı şeyler oluyor; ilk suikast hep en zorudur. Sonrakileri düşünmezsin, artık su içmek gibi bir şeydir bu. Ölüm; kimsenin hayal edemeyeceği kadar yakın. Bana çoğu kişi “Muet” derdi. Herkese bir lakap bulurlar, benimki de buydu. Konuşmamam bana bu lakabı almama sebep olmuştu. Eğitimimizi Hollanda’da almıştık ancak bitirince herkes serbesttir. Ben Paris’i seçmiştim. Nedenini bilmiyorum ama bir şey beni hep buraya çekerdi. Sebebini şimdi anlamıştım. Öldürdüğüm adam yerde yatıyordu, boğazı delik deşik olmuştu. Elimde tuttuğum fotoğrafı inceliyordum. Ben de fotoğrafın içindeydim. Galiba dört veya beş yaşındayım. Yanımda şu an öldürdüğüm kişi de var ve birkaç kişi daha, onların kim olduğunu bilmiyordum. Kafamda sürekli sorular dönüyordu. Benim bir hatıram olduğunu bilmiyordum. Bu acı vericiydi. Bu sırada adam bir şeyler sayıklayıp duruyordu. Yanına yaklaştım ve anladığım kadarıyla kelimeleri not ettim: Nomen ve tergum. Diğerlerini anlamadım ama anlamaya da zamanım yoktu. Polisler geliyordu. Fotoğrafı hemen cebime koyup pencereden, çatıya çıktım. Bunu hep yaparım, en başta kimsenin aklına gelmez. Ve biraz olsun sakin kafayla düşünebilirim. Yine öyle yaptım, aşağıda birkaç polis ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Zehir en önemli rolü oynar hep, ilk başta suikast olduğu anlaşılmaz. Zehir vücudun dışını korur, içini yer. Bunun olduğunu anlamak için en az üç gün gerekir. Üç gün de benim için yeterli bir süredir. İzim tamamen kaybolur. Çatıdan bir süre sonra ayrıldım, sakinlik en önemli olaydır. Kimse görmeden uzaklaştım ve eve girip yatağıma uzandım. Hemen fotoğrafı cebimden çıkardım. Hala inceliyordum resmi ve neden onlarla birlikte olduğumu düşünüyordum. Daha önceden Paris’teymişim. Sonra ne oldu acaba? Kendimi bu kadar boş hissetmemiştim. Aklıma hiçbir şey gelmiyordu ve bu beni çıldırtıyordu. Saatler sonra telefonu fark ettim. Defalarca aranmıştım. Umurumda değil, bugün iş yok dedim. Sonra aklıma adamın dediği kelimeler geldi, bunlar Latinceydi. Niye Latince konuştu anlamış değilim. Anlamları “isim ve arka” idi. Fotoğrafın arkasını çevirmek hiç aklıma gelmemişti. Hemen çevirdim arkasını ancak hiçbir şey göremedim. Defalarca baktım ancak göremedim, hiçbir anlam ifade etmiyormuş dedim. Sinirlerim bozulmuştu. Bir anda aklıma kimin söylediğini hatırlamadığım bir söz geldi: “Hayat hep karmaşıktır, algılamak için beklemek gerekir.” Belki kelimelerde öyleydi ve duyduğumu sandığım şeyleri araştırmaya başladım. İki kelime daha bulmuştum “Yohan ve Lychinus”. İşte bu dedim ve tekrar aldım elime fotoğrafı. Doğru bulmuştum ve fotoğraftaki şeyler beni daha da meraklandırmıştı. Artık sadece peşinden gitmek kalmıştı. Hem üzgündüm, hem sevinçli. *3 – His Fotoğrafı ışığa doğru tutmuştum ve herkesin üstüne isminin yazılı olduğunu gördüm. Hepsini not ettim. Öldürdüğümün arkasında Harm Yooln yazıyordu, benim diğer yanımda ve daha genç duran kişinin arkasında Marono Hyl yazıyordu, öldürdüğüm kişinin yanında yine o kadar yaşlı durmayan bir kadın vardı ve onun arkasında da Hylar Mono yazılıydı. Geriye sadece ben kalmıştım, benim arkamda da Yohan Lorm yazıyordu. Adım buymuş demek dedim. Ancak aklıma bir şey takılmıştı, isimler birbirine çok benziyordu. Ne olduğu üstünde bir ara düşünmeliyim dedim. Birine mi sorsam acaba diye düşündüm, anında cevap verdim kendime: kimi tanıyorum ki? Bize hep kendi işimizi kendimizin halletmemiz gerektiği öğretildi. Bu yolda birçok şey öğrenmiştik. Becerikli olup olmadığınızı sorgularsınız en başta. Sizden bir ormanda sığınacak bir yer yapmanızı isterler, veya terkedilmiş bir inşaatta. Süreniz vardır, eğer bu süre içinde bulunmazsanız başarmışsınız demektir. Kıyafet dikmeyi, tamirat yapmayı öğrettiler. Hiç teknoloji görmedik. Şu an biri benim yanımda yaşasa herhalde bundan bin yıl öncesine gittiğini düşünür. Bize kitap da okuturlardı, gerçekten büyük bir kütüphanemiz vardı. Tamamen tarihi eserlerle dolu bir kütüphane. Orada okuduğumuz şeylerin, gerçek dünyada bulunmadığını anladım. Çok önemli eserler vardı, orada bulunduğum süre içerisinde neredeyse hepsini okudum. Tarihi birçok kişi yanlış biliyor. Hiçbir şey çoğu kişinin bildiği gibi değil. İnsanoğlu hep kendini anlatma çabası içindedir, eskiler de anlatmış ve kaydetmişler. Oysaki herkes yok oldu sanıyor. Bir gün her şeyi açıklayacağım, insanlık doğruyu görmeli. Bu sırada yine telefonum çaldı, açsam mı açmasam mı kararsızdım. Telefonu açtım ve bir bayan çıktı karşıma. Bugüne kadar hiç kadın aramadı diye geçirdim aklımdan. Aşkın güzel bir şey olduğunu ancak bizim işimizde yeri olmadığını söylemişlerdi. Sevmek sizi yanıltabilir, konsantrasyonunuzu azaltır. Yaşamınız zorlaşabilir, saklanmanız güçleşebilir. Eğitim sırasında bir kızdan hoşlanıyordum. Bu konuda bize karşı çok serttiler. En sevmedikleri konu aşktı. Şakası yoktu bu işin, kızı gözümün önünde dövdüler ve ileride başıma gelebilecek şeyleri göstermiş oldular. Anlatmıyorlar yaşatıyorlardı. Ben de dayak yemiştim, birkaç gün yataktan kalkamadım. Uyandığımda ise bir daha o kızı göremedim. Bana adının Lisa olduğunu söylemişti. Telefondaki kadın ne yaptığımı bildiğini söyledi ve bir buluşma teklif etti. Kabul etmiştim, çünkü ilk defa bir kadın beni iş için arıyordu. Adının ne olduğunu sorduğumda söylemedi. Zamanla öğreneceğimi söyledi. Şu ana kadar yaptığım işlerin hepsinden daha büyük bir iş olduğunu söyledi. Kadınla buluştuğumuzda direk konuya girdi, büyük bir örgütün olduğunu bulduğunu ve bunu bitirmek istediğini söyledi. Ancak gizlilikle yapması gerekiyormuş, yoksa birçok sorun çıkabilirmiş. Bunlar küçük sorunlar değil, dünyayı değiştirecek belki savaşa sürükleyecek sorunlarmış. Ve önüme içinde isimler bulunan ufak bir ajanda koydu. Sayfaları gezdirdim, içinde öldüreceğim kişiler ve o kişiler hakkında notlar vardı. “Bu bir katliam” diyebildim ancak. “Evet” dedi kadın, istediği tam buymuş. Çok inandırıcı gelmemişti ve biraz daha açıklamasını istedim. Beni nasıl bulduğunu sordum ve niye bana güvendiğini. “Seni uzun zamandır takip ediyordum” dedi. Ben şaşırmıştım, beni takip eden biri nasıl olabilir. Nasıl fark edememiştim, nasıl izimi sürmüşlerdi. Yoksa beni açığa çıkarmak için bir oyun muydu? Aklımda yine bin türlü soru vardı. Bunları belli etmemeye çalışıyordum. Kadın bana şunları söyledi “İstediğin kadar gizlenmeye çalış, biz aynı çalışırız Yohan, hiçbir zaman yalnız değildin. Eğitim anında bile değildin, seni bu günlere kadar getirmek için çok çabalandı. Son öldürdüğün kişi, hani şu yaşlıca biraz, adı Harm. Onu da öldürdükten sonra zamanının geldiğini anladım. Ve sana ulaştım Yohan. Artık zamanı geldi.”. Ve önüme bir fotoğraf koydu. Bu benim o adamdan aldığımın aynısıydı. İnsanın kendi hislerini anlatması galiba en zoru. O an ne durumda olduğumu kimse bilemeyecek ve anlayamayacak. Tıpkı bulanık bir tablo gibi. Fotoğrafa baktım ve ağzımdan çıkan iki kelime oldu: “Sen de kimsin?” *4 – Rüya “Sen de kimsin?” evet, ağzımdan çıkan tek cümle bu olabilmişti. Kadın fotoğrafı cebine koydu ve bunu burada konuşamayacağımızı söyledi. Kulağıma eğildi ve sessizce “Hylar Mono” dedi. İsmini söylediği anda hatırladım, bu fotoğraftaki kadındı. Nasıl tanıyamadım yüzünü diye kendime kızdım. Hayatımın en zor anlarından biriydi. Beni tanıyan birileri vardı. Mona Lisa gibiydim; üzülsem mi sevinsem mi bilemiyordum. Salak bir ifade oluşmuştu herhalde yüzümde. Kendisini takip etmemi söyledi. Nereye gidiyoruz diye her sorduğumda aynı cevabı alıyordum: geçmişine! Önceleri dalga geçtiğini sanıyordum ama iş gittikçe ciddileşiyordu. Evime yaklaşıyorduk ve ben bundan hoşlanmamıştım. Evime gelmeden bir önceki sokakta kadını durdurdum ve nereye gittiğimizi sordum. “Bana güven, iyi gelecek.” dedi. Sonra elini kaldırdı ve omzuma koydu. Aniden uyandım ve etrafıma göz gezdirdim. Benim evimdeydik, içeride birkaç kişi daha vardı. Elini omzuma koyduğunda uyuşturmuş olmalı diye düşündüm. Evimi biliyorlardı, tamamen tepkisiz duruyordum. Tıpkı bize öğrettikleri gibi, tehlikede isen hiçbir şey belli etmemelisin. Ben de öyle yapıyor ve sadece gözetliyordum. Hylar tam karşımda idi, beyaz bir elbise giymiş, sağ tarafı hafif kabarık ve orada bir hançer olduğuna eminim ancak benim gibiler görebilir. Sonra hepsinin gizli hançerleri olduğunu fark ettim. Fotoğrafta gördüğüm Marono aralarında değildi. Bunlar başka birileri, ne istiyorlardı benden. Bunları düşünürken bir yandan silahlarımı arıyordum, hiçbiri yanımda değildi. Hepsini toplamışlar. Bu sırada biri konuştu, sol taraftan geliyordu ses. Bu adamı fark etmemiştim. Kendini biraz daha öne çıkardı ve ben yine şoktaydım. Ne zaman bir kadınla buluşsam, konuşsam, âşık olsam veya herhangi bir şey yapsam hep kötü oluyordu sonu. Bunlar da kim ne arıyorlar evimde, ne arıyorlar bende, beni nereden tanıyorlar ve papanın burada ne işi var? Hiç bu kadar bocalamamıştım, gerçekten dibe vurmuş durumdaydım. Silahlarım yok, kıyafetlerim yok, kafam allak bullak ve karar veremiyordum. Papa II. Jean Paul konuşmaya devam etti “Evlat, hepimiz hayatta yalnız olduğumuzu sanırız. Oysa Tanrı bizi koruyacak şeyleri hep gönderir. Yeter ki O’na sadık ol. Sen çok önemli bir kişisin ve farkında olmasan da bugüne kadar seni hep biz yetiştirdik. Bildiklerini biz öğrettik. Bizim gücümüz gittikçe zayıflıyor, ancak sen bunu tersine çevirebilirsin.” Ne diyordu hiçbir şey anlamamıştım. “Ne önemi ne gücü, ben sadece suikastçıyım ve işimde iyiyim hepsi bu!” diye bağırmıştım. Hylar araya girdi “O isimler üstünde hiç düşündün mü Yohan? Ne anlama geldiklerini biliyor musun? Yohan Lorm daha önce hiç verilmemişti, sen ilksin. Ben 12. Hylar’ım. Burada gördüğün diğer kişiler ile papayı da sayarsak altı kişiyiz. Evet, sadece altı kişi kaldı ölümden kurtulabilen. Her yerde peşimizdeler ama seni bilmiyorlar Yohan. Sen onları alt edebilirsin, soyumuzun ve imparatorluğun devam etmesi için.” İsimler üstünde düşünmeye vaktim olmamıştı, şu an düşünecek durumda da değildim. Ne imparatorluğu ne soyundan bahsediyordu bu kadın. Tekrar konuşmaya başladı, ben yorulmaya başlamıştım çünkü o anlattıkça benim kafamda binlerce soru oluşuyordu. “İsimlerimiz hep ‘Holy Roman’ kelimelerinden türetilir. Bizler Kutsal Roma İmparatorluğu’nun günümüzdeki devamıyız. 1806’dan beri yani 195 senedir gittikçe zayıfladık. Ve şimdi bu durumdayız. Hepsini ‘Irreligioso’ yaptı. Onlar; dine karşı bir topluluk. Bizim ve papanın gücünün azalması için durmadan çalıştılar. Seni biz yetiştiremezdik. O yüzden onların arasına göndermeliydik, daha önceden gönderdiğimiz biri seni olabildiğince korumaya çalıştı. Diğerlerinden farklı şeyler öğretti. Bu yüzden daha iyisin. Bizleri er ya da geç bulacaklar Yohan, biz ölene kadar bizi takip et. Listenin dışına çıkma ve eğer ölürsek listeyi takip et.” Hani bazen rüyaları gerçek sanırsınız ve uyandığınızda içinizde tuhaf bir his olur. Az önceki mi rüyaydı yoksa şimdi mi rüyadayım diye düşünürsünüz. Bazen bu gerçek hayatta olur. İşte o anlardan biriydi. Hylar yanımda diz çökmüş ve eli elimde, karşımda Papa duruyor, daha gerilerinde üç tane tanımadığım adam. Biri çok uzun, diğeri benle aynı boyda gibi. Ayaklarımın üşüdüğünü hissediyorum. Yıllar önce aldığım tabloyu görüyorum yerde, ortada bir nehir var, nehrin üstünde bir köprü ve köprü de bir adam, bir tarafta Paris var bir tarafta Roma. Peki; yaşadıklarım gerçek miydi? Yoksa rüyada mıydım?

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir