1992 yılında yayınlanmış olan “20. Yüzyıl Savaşları” ve 1995 yılında yayınlanmış olan “Osmanlıarın Stratejik Sorunları” adlı kitaplarda strateji konusuna kısaca değinmiş ve bazı konuları ayrıntıları anlatmayı sonraya bırakmıştık. Bunlardan birincisi strateji ile ilgili yaklaşımlara daha geniş bir bakış sağlamayı amaçlayan bu kitaptaki notlardır. İkincisi ise savaş tarihinin ana hatlarını içeren; hem konuyu daha uzak tarihlerden, Büyük İskender’den günümüze getiren, hem de 20. yüzyıl savaşlarını ağırlıkla strateji bakış açısından tekrar süzgeçten geçiren bir çalışma olacaktır. Elinizdeki kitapta değinilmiş olan konuların karşılığı olan tarihi olaylara, yakında yayınlanması planlanan söz konusu ikinci kitapta ağırlık verilmiştir. Örneğin Büyük Frederick veya Napoleon’un stratejik düşünceleri bu kitapta bazı örnekleriyle açıklanmaktadır. Ancak diplomasi ve savaş uygulamaları ağırlıkla diğer kitapta yer almaktadır. Keza önemli savaşlardaki stratejik harekatla ilgili sorunlar ve savaş prensiplerinin seferlere uygulamaları da daha çok diğer kitabın konusudur. Kısacası, elinizdeki kitap daha çok strateji düşüncesi veya stratejinin düşünülmesiyle ilgilidir. Toplam onyedi bölüm içerisinde toplanan bu kitaptaki yazıları birbirini izleyen makaleler gibi düşünmek mümkündür. Bunlar kaleme alınırken şematik bir plan izlenmemiştir. Strateji tüm disiplinleri içeren, son derece genel bir bilgi ve uygulama alanıdır. Kuşkusuz ki bunlar pek çok şekilde sınıflandırılabilir. Ancak biz böyle bir yola gitmedik. Kaldı ki konuyu bütünüyle kapsamak gibi bir hedefimiz de yoktur ve bu, konunun doğası itibariyle esasen olanaklı değildir. Amacımız strateji konularında düşünenlerin konuya başka açılardan da bakmalarına yardımcı olmaktan ibarettir. Bu arada son yıllarda stratejiyle ilgili yayınların artmasını ve özellikle de Clausewitz ile SunTzu’nun eksiksiz olarak Türkçe basılmalarını büyük bir memnuniyetle karşıladık. Her konunun öğrencisi için, o alanın klasiklerini tam metin olarak okumanın şart olduğuna inanıyoruz. Adam Smith’i okumayan iktisatçı olamayacağı gibi, uzun bir listenin yanısıra, söz konusu iki kitabı okumayan kişi de strateji konusunda yetkin addedilemez. Bu zahmete girmekten kaçınarak ikinci kaynaklardan özet bilgilere yönelmenin hiçbir mükafatı yoktur. Çağımızda yaygınlaşan yüzeysel bilgi anlayışına karşı direnmek için sayılamayacak kadar çok nedenimiz vardır. Giriş “insan zihni… kendisini düzenli bir şemanın parçası olarak hissetmek ister” Carl von Clausevvitz Strateji bir kazanma oyunudur ve bu nedenle doğru düşünmeyi gerektirir. Bu yönüyle, doğru düşünmenin yollarını arayan felsefe ve matematik ile ilgilidir. Diğer yanıyla ise hukuk, tarih, ekonomi, sosyoloji, antropoloji gibi toplumu ele alan disiplinlerin hepsinden yararlanmak zorundadır. Böyle bakıldığı zaman buna, çeşitli disiplinlerden daha fazla yararlanarak yapılan politika demek mümkündür ki, diplomasi ve askeri politika da buna dahildir. ‘ Ne var ki doğrudan bahsettiğimiz zaman işler karmaşıklaşmaktadır. “Gerçek hayat” dediğimiz alanda problemlerin “doğru” çözümlerine sınır koymak hiç de kolay değildir. Kaldı ki, “doğru çözümlerin” ne olduğu konusu açıkta olduğu gibi, şayet var iseler bunların bulunacağının, bulunduğu taktirde de uygulanacağının hiçbir garantisi yoktur. Bunun bir başka yönü, politikanın ve uygulanma ihtimali olan herhangi bir yönetim rejiminin hiçbir zaman “bilimsel” olamayacağıdır. Esasen sosyal olguların süreçler halinde olmaları da bunların kalıplaşmış yaklaşımlar içerisinde incelenmelerini olanaksız kılar. Ancak buna rağmen insanlar bu alanlarda gayret gösterir, çünkü bu konularda eğitilmiş olanların ürettikleri çözümlerin başarılı olma ihtimali çok daha yüksektir. Strateji ile şiddeti bir araya getirdiğimiz zaman konular daha da grift hale gelmektedir çünkü şiddet diğer toplumsal olayların hiç değilse bir kısmından daha fazla karmaşıklaşıyor gibi görünmektedir. Clausewitz’in yukarıda belirttiğimiz önermesi ne yazık ki ancak insanların bazı şeylere gözlerini kapatmasıyla mümkün olabilir. İnsanla ilgili hususlara nüfuz ettikçe bunların şemalara sığdırılmasının mümkün olmadığını, hayatın tümünü kapsayan bir şemanın ise hem imkansız hem de anlamsız olduğunu anlıyoruz. Şiddet insanlık tarihinin en yaygın ve belirleyici olayıdır. İnsanlığın daha eski aşamalarında savaş bütün klanın veya kabilenin katıldığı topyekün bir olaydı. Yine tarih boyunca istilaya uğramış halkların topyekün direniş göstermelerine sıkça rastlanır. Yakın çağlarda ise savaş daha çok sınırlarda, cephelere uğurlanan orduların yaptığı bir şeydi. Ne var ki 20. yüzyıl bunu yine topyekün hale getirdi. Birinci Dünya Savaşı’nda savaş kayıplarının sadece % 5’i sivillerden oluşuyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda bu oran % 48’e çıktı. 1990’lardaki bazı savaşlarda ise siviller kayıpların % 95’ini oluşturmaya başladılar. Bunun nedeni savaşın tabiatındaki değişikliktir. Bu, teknolojiden, uzun menzilli toplardan ve hava bombardımanından ibaret değildir. Savaş artık cephede değil ülkenin tüm sathında yapılmaktadır. Jenosit, çapraz ateşte kalmak, mayınlar, hastalıklar, biyolojik .savaş, kirletici kimyasallar, düşük yoğunluklu uranyum, rehineler, mülteciliğin kötü koşulları, açlık, ideolojik düşmanlık nedeniyle yapılan öldürmeler, fanatizm vs. savaşları çok daha kirli bir iş haline getirmiş, üstelik bu, savaşı düzenleyen kuralların artmasına rağmen gerçekleşmiştir. Ama tarihin daha eski çağlarından da sivillerin topyekün imhası konusunda birçok örnek bulmak mümkündür. İnsan henüz kendisini yeterince tanımamaktadır. İnsanı inceleyen tüm bilim dalları henüz emekleme çağında olup bulguları veya yöntemleri konusunda fikirbirliği yoktur. Biz bu karmaşıklık yumağı içerisinden bir kısmını çekip bundan anlamlı sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Özellikle tarihe bakarak sonuç üretmek daha da risklidir çünkü Jenkins’in söylediği gibi geçmiş ile tarih birbirlerinden farklı şeylerdir. Geçmiş olup bitmiştir ve tarih insanların ondan çıkarttıkları birşeydir. Dolayısıyla geçmişten yapılan tüm aktarmalar dolaylıdır ve aktaranların zihinlerinde birçok kez seçme, abartma, vurgulama, basitleştirme, kısaltma, kasıtlı veya kasıtsız değiştirmeden geçerek farklılaşmıştır. Olup biten olayların çoğu ebediyen kaybolmuştur ve biz parçaları bütünleştirerek sonuç üretmeye çalışırız. Yani geçmiş bizim için kendi sorunlarımıza göre şekillendirdiğimiz bir malzemedir; her ne kadar bu şekillendirmenin bazı sınırları olduğu kabul edilse de. Ve şunu da ilave etmek yerinde olur ki, bu hem kaçınılmazdır, hem de her zaman salt faydacı bir nedene bağlı değildir. Kimi zaman olaylara bir anlam atfetme isteğinden de kaynaklanabilir. Bu, insanlara kimlik, haklılık ve amaç duygusu veren birşeydir. Tüm sorunlarına rağmen, çalışmalarımız esas olarak tarihi mesnet almaktadır çünkü elimizde başka malzeme yoktur, işimize yarayacak düşünce birikimine katkıda bulunmak ve mevcutları süzgeçten geçirerek yararlanmak için yola çıkmaktan başka bir çaremiz olmadığı gibi, bunu yapmaktan herhalükarda korkmamalıyız. Hata yapmaktan korkanlar hiçbir sonuca ulaşamazlar. Tarih ve özellikle askeri tarihin sorunları üzerinde duracağız. Ancak burada hatırlatmak istediğimiz bir konu, günümüzün bazı sorunlarının son on yılın, elli yılın veya yüzelli yılın değil, en azından son bin yılın sorunları olduğudur. Sorunlar şekil değiştirmiş ve yeni boyutlar kazanmıştır fakat Haçlı seferleri sırasındaki Batı Asya ile günümüz arasında ne kadar çok bağlantı kurulabileceğini bir düşünün. Strateji (Genel olarak strateji ve bazı tanımlar) “Düşünme çoğu zaman önyargıların yeniden düzenlenmesinden ibarettir”. (Anonim) Strateji belli bir amaca ulaşmak için kullanılan yollar olarak tanımlanabilir. Amaçlarla araçlar arasındaki dengenin kurulması şeklindeki bir ifadenin kullanılması da mümkün ve yararlıdır. Her zaman farklı tanımlarla karşılaşmaktayız. Stratejik düşünce temelde pragmatik ve uygulamalara ait bir alan olduğundan, ele alınan konu çerçevesinde amaca uygun farklı tanımlamalar pekala yapılabilir. Yeter ki konunun hangi çerçevede, nasıl bir bağlam içerisinde kullanıldığını net bir şekilde açıklayalım. Farklı konular, farklı düzeyler ve farklı durumlar için çok sayıda değişik strateji tanımı vardır. (Örneğin genel strateji, yüksek strateji, ulusal strateji, politik strateji, dolaylı strateji, savunma stratejisi, deniz stratejisi vs.) Her değişik duruma uygulanabilecek bir strateji formülasyonu bulmak mümkün değildir. Her dönemin koşullarının yanısıra benzer durumlarda bile genel koşulların yanısıra kişilikler, beklentiler ve olayın kurgusunu oluşturan diğer unsurlar farklıdır. Strateji çok geniş bir inceleme alanıdır, çünkü düşünmemize yardımcı olur. Ancak hiçbir zaman doğru düşüncenin formülünü veremez çünkü böyle bir formül yoktur. Tıpkı her duruma uyan bir strateji olamayacağı gibi. Keza “doğru” kavramı birçok ön kabuller, değer sistemleri ve bunlara uyumla ilgili karmaşık ilişki biçimlerini içerir, ve tüm bunlar sürekli değişmektedir. Hedef, hangi açıdan bakarsak bakalım strateji için anahtar kavramdır. Strateji kelimesine anlamını veren esas unsur da budur ve konuyla ilgili incelemelerin olmazsa olmazıdır. Zaten hedef (amaç) olmazsa stratejiden söz etmenin anlamı yoktur. Diğer yandan hedef, strateji için verili birşey olarak görülemez. Bizzat hedefin kendisi de buna ulaşmak için geliştirilen stratejiler kadar önemle ele alınması bir unsurdur. Geçerli stratejilere dayanmayan hedefler elde edilemeyeceği gibi, belli kıstaslara göre tutarlı olmayan hedeflere de hiçbir stratejiyle ulaşılamaz. İnsanların beyhude veya gerçekçi olmayan hedefler için uğraşmaları son derece olağan ve sık görülen bir olaydır. Oysa iyi hedefler için kötü veya tutarsız stratejiler getirildiği veya herhangi bir strateji geliştirilmeden, strateji “varmış gibi” yapıldığı da çok sık görülür. Burada stratejiyi tekrar politika ile bağlayabilir ve bunun bir alt başlığı olarak da görebiliriz. Bu konuya döneceğiz. Burada hemen belirtelim ki, bu kitapta inceleyeceğimiz konular ağırlıkla devletler düzeyinde hedeflerin elde edilmesiyle ilgili politik ve askeri stratejilerdir. Buna bir ölçüde ciddi örgütlü güçleri de katabiliriz. Ancak günümüzde her düzeyde kurumların stratejilerinden, hatta bunların (planlama, tanıtım, araştırma vs. gibi) alt stratejilerinden söz edilebilmektedir. Kuşkusuz bunlar da stratejiyi belli hedeflere ulaşmanın yolları olarak görmektedirler. Ancak stratejinin kimi zaman yanlış olarak planlama ve programlama işleriyle eşanlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir. Bunlar stratejiyle ilgili ama bununla aynı olmayan işlerdir. Herhalükarda stratejinin bu şekildeki çok geniş kullanımları artık yerleşmiş olmakla birlikte, bu kitabın ilgi alanının dışındadır. Konumuz ağırlıkla devletlerin politikalarıyla sınırlanmış olunca bunun güzergahımızın çizilmesini basitleştireceğini sanmamalıyız. Çünkü devletler de hem kendilerini oluşturan, hem de kendilerinden bağımsız olan çok sayıda kurumun bileşkesidirler. Yollar karmaşıktır ve en çok karşılaşılan durum kestirme yol ararken ne olduğunu bile anlamadan kaybolup gitmektir. Ancak tarih gibi, çok problemli olsa da bir pusulamız var. Bunun çok ihtiyatla ele alınması gerektiğini hatırlatmaya gerek yok, çünkü burası yanlış dersler çıkartılmaya çok elverişli bir zemindir. Tarih bize bilginin yanısıra bazı bakış açıları ilham edebilir. Elimizdeki problemlerin kökenlerini ve gelişme çizgilerini de verebilir. Ancak doğrudan ve hazır dersler aramak beyhude veya tehlikelidir. Her dönemin kültürel iklimi farklıdır. Bu nedenle tarih daima yeniden ve yeniden yazılacak ve yeni isteklere gerekçeler olacak bir malzemedir. Her ışıkta farklı görüntü verir. Tarih ve strateji konusunun sorunlarını ilerideki bölümlere bırakarak stratejinin kendisine dönelim. Bizim kısa tanımımıza göre, strateji güç veya güç kullanma tehdidiyle ve başka unsurların desteğiyle politik hedeflerin elde edilmesi olup, güç unsurlarının hazırlanmasını da içerir. Ancak başka tanımlar da bulabiliriz. Örneğin Clausewitz stratejiyi çoğu kez savaş amaçlarının elde edilmesi için muharebelerin kullanılması veya bunun tehdidi olarak tanımlamakla birlikte, ele alınan konuya göre değişik anlamlarda kullanmaktan çekinmemiştir. Stratejiyi savaşın muharebelerine amaç ve devamlılık sağlayan politik liderliğin ürettiği birşey olarak görmüştür. Moltke ise stratejiyi amaca ulaşmak için en uygun yollardan (çarelerden) oluşan bir sistem olarak ele almıştır. Görüldüğü gibi Clauşewitz ve Moltke stratejiyi tanımlamaktan çok, stratejiye nasıl baktıklarını ifade etmişlerdir. Diğer yandan örneğin askerlik tarihiyle yalandan ilgili olanların iyi tanıdığı Jomini stratejiyi harita üzerinde savaşı çözerek tüm harekat alanlarını anlama sanatı olarak dar bir tanıma sokmaya çalışmıştır. OsmanlIlar da stratejiyi böyle anlaşılmaya daha yakın olan “sevkülceyş” terimiyle ifade ederlerdi.

Mehmet Tanju Akad – Starateji Uzerine
PDF Kitap İndir |