Floransa’ya Peru’yu ve Peruluları bir süre için de olsa kafamdan atmak için gelmiştim, ama bahtsız ülkem bu sabah ansızın, hem de hiç beklenmedik bir biçimde karşıma çıkıverdi. Dante’nin müzeye dönüştürülmüş evini, küçük San Martina de Vescovo Kilisesi’ni gezmiş, Dante’nin Beatrice’yi ilk kez gördüğü söylenen ara sokağa uğramış, geri dönüyordum; birden, daracık Santa Margherita Sokağı’ndaki bir sanat galerisinin önünde kalakaldım. Galerinin vitrinine aklar, yaylar, geometrik desenlerle bezeli bir çanak, kaba pamukludan bir Yerli kadın mankeni yerleştirilmişti. Ama beni o saat Peru cangıllarına alıp götüren, birkaç fotoğraf oldu. Geniş ırmaklar, dev ağaçlar, incecik oyma kayıklar, kazıklar üstüne kurulmuş, dokunsan yıkılacak kulübeler, belden yukarıları çıplak, boyalar sürünmüş kadınlar ve erkekler parlak afişlerden kıpırtısız bana bakıyorlardı. İster istemez girdim içeri. Gerçi enayilik ettiğimi belli belirsiz seziyordum; birkaç ay tam bir yalnızlık içinde Dante ve Machiavelli okumayı, Rönesans resimlerini incelerneyi tasarlamıştım; oysa kılı kırk yararcasına düzenlediğim ve o ana kadar büyük bir başarıyla sürdürdüğüm tatilimi salt merakım yüzünden tehlikeye düşüreceğimi, zaman zaman hayatımı cehenneme çeviren o ruh taşkınlığının bir kez daha yüreğime çökeceğini sezinliyordum; bedenimde tepeden tırnağa tuhaf bir ürper9 ti dolanıyordu. Ama ister istemez girdim içeri. Çok küçük bir galeriydi. Fotoğrafiann tümünü sergileyebilmek için basık tavanlı salona iki de pano koymuşlardı. Panoların ikisi de silme fotoğraf kaplıydı. Küçük bir masanın başında oturan gözlüklü zayıf bir genç kız başını kaldırıp bana baktı. “Amazan Ormanı Yerlileri sergisini gezebilir miyim?” diye sordum. “Certo. Avanti, avanti.” Aslında sergi Yeriiierin kap kacaklarından falan değil, yalnızca fotoğraflarından oluşuyordu; çoğu büyük boy, elli kadar fotoğraftan. Hiçbirine ad verilmemişti; ama birisi, belki de fotoğrafçının kendisi, Gabriele Malfatti diye biri, fotoğrafların Peru’nun doğusundaki Cusco ve Madre de Dios bölgelerine bağlı Amazan yöresine yapılmış iki haftalık bir yolculuk sırasında çekildiğini belirten üç-dört sayfalık bir açıklama yazmıştı. Açıklamaya bakılırsa, sanatçının amacı, birkaç yıl öncesine kadar uygarlıktan tümüyle kopuk, bir-iki ailelik dağınık birimlere ayrılarak yaşamış bir kabilenin günlük hayatını ‘halk avcılığından ve estetik kaygısından uzak bir yaklaşımla’ yansıtmak olmuştu. Kabilenin üyeleri sergideki fotoğraflarda görülen yerlerde günümüzde yeni yeni kümelenmeye başlamışlardı, aslında birçoğu hala ormanda yaşı … yordu. Kabilenin adının İspanyolcası yanlışsız yazılmıştı: Machiguengalar. Gerçekten de, fotoğraflar Malfatti’nin amacını açık seçik yansıtıyordu. Bir ırmak kıyısında ya da ağaçların altındaki çalılarda pusuya yatmış zıpkın fırlatan; kapibara’lara ya da pekari’lere ok atan; onca geçmişten sonra belki de ilk kez yerleştikleri yeni köylerinin çevresindeki tarlalarda manyok toplayan; çalıpalalarıyla sık ormanlarda ekim ya da yerleşim alanı açan; kulübelerinin damını örtrnek için palmiye yaprağı ören Machiguengalar karşımda duruyorlardı. Bazı kadınlar oturmuş hasır ve sepet örüyorlar, bazılanysa rengarenk papağan tüylerinden başlık yapıyorlardı. Karşımdaydılar;-annatto lO ağacından elde edilmiş boyalarla yüzlerini ve gövdelerini çapraşık desenlerle süslüyorlar, ateş yakıyorlar, post ve deri kurutuyorlar, oyma kayıklan andıran kaplarda manyok mayalandırarak masato birası yapıyorlardı. Gökyüzünün, suların ve çevrelerini saran bitki örtüsünün uçsuz bucaksızlığında ne kadar az oldukları, ne kadar kırılgan ve yalın bir hayat sürdükleri, yalıtılmışlıkları, yaşama biçimlerinin eskiliği, umarsızlıkları fotoğraflarda açık seçik görülüyordu. Malfatti’nin söylediği doğruydu; fotoğraflar halk avcılığından da, estetik kaygısından da uzaktı. Şimdi anlatacaklarımı sonradan uydurduğumu sanmayın sakın; bir bellek şaşması da söz konusu değil. Fotoğraftan fotoğrafa geçerken yaşadığım coşkunun çok geçmeden kaygıya dönüştüğünü çok iyi anımsıyorum. Neler oluyor sana? Bu fotoğraflarda böylesine bir kaygıya yol açabilecek ne görrnüş olabilirsin? Yeni Işık ve Yeni Dünya’nın kurulduğu sonradan açılmış yerleşim alanlarını daha ilk fotoğraflarda tanımıştım. Üç yıldan kısa bir süre önce ikisine de gitmiştim. Yeni Dünya’nın genel görünümünü sunan bir fotoğrafı görür görmez aklıma hemen o sabah kapıldığım korku geldi. Dilbilim Enstitüsü’nün Cessna’sıyla akrobatlara taş çıkartacak bir iniş yaparken Machiguengalı çocuklara çarpmamak için akla karayı seçmiştik. Fotoğrafiara göz gezdirirken, Bay Schneil ‘in yardımıyla tanı ş ıp konuştuğum bazı kadınlarla erkeklerin yüzlerini de çıkarır gibi oldum. Ama bir başka fotoğrafta, aklımdan hiç çıkaramadığım gözleri ışıl ışıl, karnı şişmiş, ağzı ve burnu yara ve çıbanlarla kemirilmiş oğlanı görür görmez tanıdım. Kendisini gizemli bir yabanıl hayvana çeviren, yalnızca dişlerin, damağın ve bademciklerin göründüğü o göçüğü tıpkı bize gösterdiği saflık ve doğallıkla fotoğraf makinesine de sergilemişti. Sanat galerisine girdiğimden beri göreceğiınİ umduğum fotoğraf en sondakiler arasındaydı. Alacakaranlığın ll karanlığa dönmekte olan ışığında Amazonlulara özgü biçimde çevrelenmiş, Doğulular gibi bağdaş kurup oturmuş kadınlı erkekli topluluğun kendinden geçmiş olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyordu. Bütün yüzler, bir dairenin yarıçapları gibi, merkez noktaya çevrilmişti; dairenin tam ortasındaki adamın karaltısı Machiguengaları bir mıknatıs gibi çekiyordu; adam, ayakta durmuş, elini kolunu saliayarak bir şeyler anlatıyordu. Sırtımdan aşağı soğuk bir ürperti indi. İster istemez, ‘Malfatti’nin bu fotoğrafı çekmesine nasıl oldu da izin verdiler? .. Nasıl becerdi bu işi Malfatti? .. ‘ diye düşündüm kendi kendime. Hafifçe eğilip yüzümü fotoğrafa iyice yaklaştırdım. Neredeyse koklarcasına, gözlerim ve belleğimle delereesine bakmaya başladım. Çok geçmeden, bir de baktım, galerinin yöneticisi genç kız masasından fırlamış, korku ve telaşla bana doğru geliyor. Heyecanımı bastırmaya çalışarak fotoğrafların satılık olup olmadığını sordum. Hayır, hiç sanmıyordu. Fotoğrafların yayın haklan Rizzoli Yayınevi’ndeydi. Bildiği kadarıyla, kitap olarak yayınlayacaklardı. Fotoğrafları çeken kişiyle görüşmeınİ sağlayıp sağlayamayacağını sordum. Hayır, ne yazık ki olanaksızdı bu: ‘Il signore Gabriele Malfatti e morto.’ •• O ldü mü? Evet. Bir tür hummadan. Cangılda kaptığı bir virüs yüzünden. Zavallı adam! Malfatti bir moda fo- . toğrafçısıydı; Vogue ve Uomo gibi dergilerde çalışmış, mankenleri, nesneleri, mobilyaları, mücevherleri, giysileri fotoğraflamıştı. Farklı, daha kişisel şeyler, Amazon’a yaptığı gezi gibi işler gerçekleştirmeyi düşlemekle geçmişti ömrü. En sonunda tam düşünü gerçekleştirmişken, üstelik çektiği fotoğraflar kitaplaştırılmak üzereyken ölüvermişti! Ve artık, le dispiaceva, ama l’ora di pranzo’ydu 1 ve galeriyi kapatmak zorundaydı. Teşekkür ettim. Galeriden çıkıp Floransa’nın güzel- • Kusura bakmayın, ama yemek vakti. (Çev.) 12 likleri ve turist sürüleriyle yeniden yüz yüze gelmeden fotoğrafa son bir kez baktım. Evet. En küçük bir kuşkuya yer yoktu. Fotoğraftaki bir masalcıydı.

Mario Vargas Llosa – Masalcı
PDF Kitap İndir |