Fernand Braudel – Uygarlıkların Grameri

Tarih bilgisi, insanın maddi bir üretim yapabilmesine, hatta en sıradan gündelik ihtiyaçlarını karşılamasına bile olanak vermez. İnsanın maddi hayatını sürdürmesi konusunda bu denli pasif bir konumda olan tarih, gene de her uygar toplum tarafından büyük bir istekle eğitim programlarının baş köşesine konulmuştur. Hatta sıklıkla karşımıza çıkan ve neredeyse bir dogma halini alan bir görüşe göre, ja- .rÜLuygarhkla, yani yazıyla başlamıştır. Yazı, yani kaydetmek, olay ve olguların arasından seçim yapmaktır, çünkü herşeyi aynen yazıya dökmek olanaksızdır. Bu durumda neyin kaydedileceği bir iktidar ve yönetim sorunu olurken, bu kayıtlardan hangisinin tarihin yüce kapısından geçeceği de bir tarihçilik sorunu olmaktadır. Ancak, tarihin uygax_tûplıunla başladığını ileri sürmenin o kadar da haklı birşey olmadığının iyi kanıtlarından birini, ilkel denilen, yani okumasız yazmasız toplumların da bir tarih anlayışlarının bulunması vermektedir. Kozmogoni (evrenin yaradılışı efsanesi), efsane, mitos veya atalar tapınışı adı verilen anlatılar, aslında yeni kuşaklara yönelik bir tarih eğitiminden başka birşey değillerdir. Bu noktada, kayda yani belgeye dayalı uygar toplum tarihçiliğiyle, anlatıya yani hafızaya dayalı ilkel toplum tarihi arasında bir nitelik farkının bulunduğu ve ikincisine tarih denilemeyeceği itirazı yapılabilir, ama bu geçerli değildir. Çünkü geçmişin sonsuz çeşitliliği içinden seçme yapıldığı zaman, bunun hangi doğrultuda olduğun önemini kaybetmektedir. Böylece, insanlık ilk anlarından itibaren tarih eğitimine bütün varlığıyla sarılmıştır. İnsanlar geçmişlerini öğrenmeyi ve aktarmayı neden bu kadar önemsemektedirler. Acaba bu tutumda bir geçmiş tapınışı mı görmek gerekir? Yoksa biz hepimiz, bir sürekliliğin kısa süreli, geçici bir parII çası, bir anı olduğumuzun bilincinde iniyiz? Veyahut da bütün bunların dışında, tarih dediğimiz alanı bugünkü sıkıntılarımızın arınma alanı olarak mı kullanıyoruz? Eğitim programlarını hazırlayanların bu cins sofistike tartışmaların çok uzağında oldukları tartışılmaz bir gerçektir, onlar çok daha pratik nedenlerle hareket etmekte ve tarihi bir güncellik olarak kabul etmektedirler. Daha açıkçası, tarih eğitimi bugüne, bugünün tutumlarına ilişkin bir öğretim olarak planlanmakta ve uygulanmaktadır. Her siya!-“1 ! toplum, siyaset yapabilenlerin genişliği veya darlığı ölçüsünde, aynı anda ya tek bir egemen ideolojiye ya da rakip birkaç ideolojiye sahiptir, ama bu durumda bile bunlardan biri diğerlerine nazaran daha öndedir. Hangi durum söz konusu olursa olsun, bu ideolojilerden yalnızca biri iktidardadır. Ve iktidarda hangi ideoloji olursa olsun, mutlaka bütüncül bir dünya vizyonuna sahiptir. Yani evreni, dünyayı, toplumu ve toplumları, insanı ve insanları, maddiyat v^ maneviyatı, kendi içinde tutarlı, ama yanlışlanamaz bir bütünlük içinde eklemleştirmiş, kapsamış ve çerçevelemiştir. Öte yandan her ideoloji bu bütüncül vizyonunu değişmezlik, mutlaklık ve kendi varsayımları doğrultusunda kesinlikle doğru olma terimleri içinde ortaya koyar. Yani bir ideolojiyi içten yanlışlamak olanaksızdır. Dıştan gelen yanlışlamalar ise, “dış düşman” kavramsallaştırılması içinde kaale alınmaz. İşte bu bağlamda, iktidarda olduğundan ötürü egemen hale gelen ideoloji, hem aktüel, hem de potansiyel rakiplerini defetmek, hem de kendini vazgeçilmez kılmak için, tarihi kendi değişmezliğinin ve doğruluğunun paralelinde okur. Buna resmi tarih diyoruz. Başka bir açıdan bakıldığında, her resmi tarih, geçmişin bugünün kısmi .duruşları açısından, tersine okunmasıdır. Tarihin belli bir duruş noktasına göre inşa edilmesidir. Boşlukların doldurulması, fazla dolu alanların seyreltilmesi ve ideolojinin doğrularının kanıtlanması için tarihin manipüle edilmesidir. Ancak haksızlık etmemek gerekir, çünkü hemen bütün tarih okumaları, az veya çok geniş ölçekte olmak üzere, bu yöntemleri uygulamaktadır. Fakat resmi tarihin diğer tüm tarih okumalarından farklılığı, bu cins okumaların eleştiri kurumu esasında tadilata uğrayabilmelerine karşılık, resmi okumanın asla tadil edilmemesidir. Resmi tarihin öğretilmesine ise, tarih eğitimi adını veriyoruz. Çünkü eğitim, her egemen kuşağın kendine benzeyen yeni kuşaklar yaratma gayretinin adıdır. Bu durumda, dünyanın hemen her ülkesinde, tarih eğitimi, eğitimi veren topluma egemen olan ideolojinin ken12 dine biçtiği soyutlamanın, bu soyutlamadan türeyen özimgenin aynasında gerçekleşmektedir. Tarih değişmenin alanıdır. Bu çok fazla sıklıkla söylenilen söz, ne yazık ki ancak çok nadiren içerik çözümlemesinden geçirilmiştir. Açıkçası, tarihin tüm değişmelerin mi, yoksa bazı değişmelerin mi alanı olduğu tartışmasına pek girmek istenilmemektedir. Çünkü her tür değişmeyi tarih konusu haline getirmek, olaysal dediğimiz anlatının değerini kaybetmesine yol açabilir. Öte yandan, bazı değişmelere tarihsel, diğerlerini tarihsel-olmayan saymak, bu belirlemenin gerekçeleri konusunda devasa bir uyuşmazlık ve tartışma alanı yaratacaktır. Bu durumda, tarihi yüce olayların alanı olarak kabul etmek ve değişmenin neredeyse tanrılara özgü, olağanüstü ve olağandışı olaylar sonucunda meydana geldiğini iddia etmek, ideolojik tavır alışın rahatlamasına neden olmaktadır. Bunun daha açık bir dilde söylenilmesi, tarih eğitiminin sıçramalı değişimlere dayalı bir bakış açısına sahip olduğu anlamına gelecektir. Yani, bu cins eğitimi, tarihte birikimli değişimlere yer bırakmaktan yana olmayacaktır. Bütün bu olumsuzlukları önleyebilmek üzere, tarih eğitimi bir tarih tanımıyla işe başlamaktadır. Dünyanın hangi ülkesi için olursa olsun, bu tanımı iççeviriden geçirdiğimiz zaman, karşımıza “bir ulusun şanını ve yüceliğini kanıtlamaya yönelik, geçmişten seçilmiş olaylar bütünü” çıkmaktadır. Bu olayların elbette emsalsiz olmaları gerekmektedir, yani bunların bir tekrarı, bir benzeri olmayacaktır. İstanbul, Türkler tarafından yalnızca bir kere alınmıştır, tarihte tek bir Pon savaşı olmuştur. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının eşi yoktur vb. Bundan ve eklenebilecek diğer bütün örneklerden çıkan sonuç, tarihi kahramanların yaptığı Fikrinin diplerden öne doğru gelmesidir. İlkel yaradılış efsanelerinden en ufak bir farkı olmayan bu anlayışın sonucunda, tarih bir takım seçilmişlerin yüzü suyu hürmetine ilerlemektedir. Caesar Napoleon, Fatih Sultan Mehmed, Hernan Cortes: hep tekil kişiler ve tekil olaylar. Daha doğrusu, emsalsiz kişiler ve emsalsiz olaylar. Olumlu veya olumsuz kahramanlar, ama hep kahramanlar. Böylesine bir tarih eğitimi umut kırıcıdır. Geçmişi, tekrarlanması olanaksız yüce olayların ve eşi bir daha gelmeyecek yüce kişilerin mucizelerinin bir toplamı olarak göstermek, sonunda eğitimden geçenlerin çoğunun geçmişi bir kader olarak algılamalarına yol açmakta, bu da bugünü İtirazsız yaşama ve yaşatma ortamının hazırlanma- – 13 sına önemli bir katkıda bulunmaktadır. Ancak değişimler, resmi larih eğitiminin anlattığından çok daha başka bir süreç içinde meydana geliyorlar. Bunu artık biliyoruz. Bunu, toplam veya bütünsel tarih yöntemini bulan ve geliştiren Annates okulu sayesinde biliyoruz. Annales okulunun geliştirdiği Yeni Tarih, artık herşeyi tarihin kapısından içeri sokmuştur. İklimin, coğrafyanın olduğu kadar, iktisadın, zihniyetlerin de tarihin değişim süreci içindeki yer, rol ve kapsamlarını, işlevlerini kavramış ve kavratmıştır. Kısaca söylenilmesi halinde, Yeni Tarih kahramanı öldürmüştür veya başka bir ifadeyle, artık herkes kahramandır, çünkü herkesin değişim üzerinde şu veya bu ölçüde payı bulunmaktadır. Bu yeni tarih, artık köhnemiş bulunan ve demokratik yapılarla açık bir çelişki içinde olan mevcut tarih ders programlarının yerine, kendininkini Önermektedir. Braudel’in 1962 yılında yayınladığı bu kitap, Annales okulunun ikinci kuşağının piri olan büyük tarihçinin, yeni tarihçiliğin alternatif tarih eğitimi anlayışının iyi bir örneğini meydana getirmektedir. Braudel’in kitabında, artık başrolde kahramanlar değil, uygarlıklar vardır. Bu kitapta artık, çok gerekmedikçe savaşlara yer verilmemiş, ama uygarlıkların kazanımları ayrıntısı içinde incelenmiştir. Yaşama ve ölme bilgisi olan uygarlığın çok uzun hayatının bireylerin kısa hayatlarının yerine geçmesi, doğal olarak olayın yerine olgunun; benzersizin yerine tekrarlananın; hızlı değişenin yerine yavaş değişenin geçmesine de neden olmuştur. Böylece ortaya macera yanı düşük, kazanım, inşa ve birikim yanı daha yüksek bir tarih çıkmaktadır. Veya ağustos böceğinden çok karıncayı önemseyen bir tarih. Olağan bir eğitim sürecinden geçmiş her Türk okuyucusu, otuz yaşını çoktan geçerek orta yaşın ortalarına doğru ilerlemekle olan bu kitabın gençliği, yeniliği, tazeliği karşısında şaşıracaktır, çünkü o hâlâ tarihi kahramanların yaptığına inanması için düzenlenmiş bir eğitim sisteminin içinde yer almaktadır. Braudel bize, en sıradan insanın bile tarihin aktörü olduğunu, olacağını öğretiyor

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir