Kırk yaşlarında görünen, uzun boylu, ince vücudu kaslı, sarışın adam kalabalığa karışmış duruyordu. Çevresine dikkatle bakmaktaydı ve pek çok kimsenin tersine başını da eğmemişti. Gözleriyle kortejin yolunu tarıyordu. Bu saati hiç unutmamak için gördüğü her şeyi belleğine yerleştirmeye çalışır gibiydi. Doğudan esen kuru rüzgâr insanın içine işleyecek kadar soğuktu. Uçsuz bucaksız bir kalabalık vardı. Londralılar da hâlâ gelip bu kalabalığa katılıyorlardı. Kimse konuşmuyordu. Sadece yere vuran ayakların ve ağır ağır çalan davulların kasvetli sesi duyulmaktaydı. Havaya kaldırılmış pek çok ülkenin bayrağı, taşıyıcıların başlarının üstünde dalgalanıyordu. Adam, Fransız bayrağını havaya kaldırmış olan iki kişiyi tanıdı. Çeyrek yüzyıl önce Fransız yeraltı örgütünden anımsadığı bu insanların hâlâ sağ olmalarına sevindi. Erkek çok yaşlanmıştı ve orta yaşlı Fransız kadınının yüzünde de Doğululara özgü bir şeyler vardı. Bu kadın bir kez onun yaşamını kurtarmıştı. Fakat gidip kendisini kadına tanıtmaya kalkmadı. Üstüne, Diz Bağı Nişanına sahip şövalyelere özgü işaret takılı tabut, dondurucu soğukta ağır ağırTrafalgarAlanına doğru getiriliyordu. Gözlerinden hiçbir şey kaçmayan adam hem çevresinde olanları, hem de tabutun yaklaşmasını izleyebilmekteydi. Yanında bir kadın açıkça ağlıyordu. Adam, onun ve şapkalarını çıkarıp başlarını eğen erkeklerin yanından geçti. En ön sıradakilerin arkasından dolaşarak korteje paralel bir yol izledi. Film ve televizyon kameraları bu görüntüyü kaydediyor, objektifler soğuk gri havada donuk donuk parlıyordu. Bir damda eski Kraliyet Hava Kuvvetleri üniforması giymiş bir adamın esas duruşa geçerek titreyen bir elle selâm, verdiğini de gördü. Ancak, nedenini pek anlayamadığı bir zorlama yüzünden durmadan ilerliyordu. Kimsenin dikkatini çekmeden insanların arasından geçmekte ustaydı.TrafalgarAlanına gelince de kortejin yönünden uzaklaşıp adımlarını sıklaştırdı. Uzun bacaklarını açarakChandos Place, HenriettaSokağından geçerekAldwych’inarkasına çıktı. Buralar bomboştu. Dükkânlar kapatılmıştı. Arka sokaklardan dolaşıp sonunda bir basamağa çıktı. Buradan bakınca, sürekli olarak kalabalıklaşan insanların başlarının üstündenSt.Paul Katedralinin cephesini görebiliyordu. Bu eski yapının hava saldırılarının neden olduğu korkunç yangınlar arasında böyle tek başına durduğuna tanık olduğu ânı bütün .berraklığıyla anımsadı. Soluğu buhar halinde çıkıyordu. Pusuya yatmış bir avcı gibi sabırla bekledi. Daha fazla yaklaşmasına gerek yoktu. Kraliyet arabasının uzaklaştığını gördü. İçeride olsaydı neler * ** göreceğini de iyi biliyordu. Orada krallar, kraliçeler, diktatörler, devlet memurları, önemli kimseler, orduda görevli erkek ve kadınlar vardı. Artık Kraliçe II. Elizabeth ve hanedan üyeleri korteji beklemek için yerlerine oturmuş olacaklardı. Bu, tarihte ilk kez görülen bir olaydı. Şimdi tahtta oturan biri, soyluluk payesi olmayan bir adamın cenaze törenine katılıyordu. O sırada kafasından, «İsteseydim nüfuz ve etki sayesinde kurşun tabutu St. Paul Katedraline getirmekte olan 108’nci Kraliyet Donanması subaylarından birinin yerini alabilirdim,» diye geçirdi. Fakat daima olduğu gibi meçhul kalması daha iyiydi. «Gözlerim bu haşmeti gördü…» Kalabalık çok sessiz olduğu için katedralde çınlayan bu ilâhiyi duyabiliyordu ama o anda bu ciddi töreni ya da doksan yıl didinip büyük işler başaran, zafere erişen ve görkemli bir törenle son dinlenme yerine götürülen devlet adamını da düşünmüyordu. Hayır, o başbakanı değil, o insanı düşünmekteydi. Kahramanı değil arkadaşını, Tigger’i düşünüyordu… Adam arkasını kalabalığa dönüp kışın soğuk sessiz sokaklarında ilerledi. Artık ilk kez gözyaşlarına engel olmadı. Gözleri kederden çok anılar yüzünden dolmuştu. 1 Çocuk, macera ararcasına sık açalyaların arasından geçip kendini yeni kırmızı tuğlalardan yapılmış bir duvarın önünde buldu. Bu duvar başından biraz yüksekti. Hatta ayaklarının ucunda yükseldiği zaman bile tepesini göremiyordu. Ayrıca duvarın üstü tamamlanmamıştı. Tuğlalar eğri duruyordu. Çocuk etrafta bir bahçıvan olup olamadığını anlamak için çevresine göz attı. Sonra cesaretle duvara saldırdı. Tuğlalara basa basa tırmandı. Duvarın öbür tarafında ne olduğunu görmek istiyordu. Fakat tuğlalar birden kayınca telaşlandı, ağırlığını üstüne verdiği duvar çöküyordu. Çocuk düşerken tuğlalar da etrafa yayıldı. Aynı anda bir adamın kükrer gibi bağırdığını duydu. Bu ses tam altından gelir gibiydi. Birkaç sıra tuğla etrafa savruldu ve çocuk kendini duvarın bel hizasındaki temelinin üstüne serili buldu. Korkunç bir gürültü oluyor, homurtular devam ediyordu. Galiba çok şişman biri düşmekte olan tuğlalardan kaçmaya çalışıyordu. Duvarın yıkılması sona erince çocuk bir bacağını kaldırıp öbür yana attı ve duvarın temelinin üstüne oturmayı başardı. O zaman böyle kabaca ra hatsız ettiği adamı da iik kez doğru dürüst gördü. Güç belâ ayağa kalkıp öfkeyle çocuğun başına dikilen adam çok iriyarı ve şişman duruyordu. Harç dolu bir el arabası duvarın yanında yan devrilmiş ve içine de birkaç tuğla düşmüştü. Bu yüzden harçlar etrafa sıçramış, adamın tulumu da harç içinde kalmıştı. Elinde bir mala vardı. Bunu başının üstüne kaldırıp bir boğa gibi böğürünce çocuk korkuyla büzüldü. Adam ona vuracak gibiyken vazgeçti. Mala ağır ağır aşağıya indi. Yaşlı adam dikkatle ona baktı. «Allah kahretsin, ne yaptığını sanıyorsun sen?» «Çok özür dilerim, efendim…» Çocuk öbür bacağını da öne atıp yıktığı duvara baktı.Yüzününbirden kıpkırmızı kesildiğini hissetti. Yüksek, ince bir sesle konuştu. «Bu tuğlaların arasında harç olmadığını nereden bilebilirdim?» «Sana bu duvara tırmanma iznini kim vardı, delikanlı?» Adam gerçekten çok kızmıştı. Çocuk gözlerine düşen saçlardan kurtulmak için başını geriye atıp şişman adamın sert bakışlarına karşılık verdi. «Sadece diğer tarafta ne olduğunu görmek istemiştim.» «Ya öyle mi?» Yaşlı adamın homurtusunda korku veren bir şeyler vardı. Sonra dönüp üstüne baktı. «Tanrım… şu halime bak. Üstüme harç bulaşmış, her yanım lekelenmiş, leş gibi olmuşum.» Çocuk cesaretle konuştu. «Buraya tehlike olduğunu belirten bir tabelâ filân koysaydınız.» «Küstahlık etme.» Çocuk kalbi deli gibi çarparken belki de fazla ileri gittiğini düşündü. Pişman olmuş gibi başını ö-nüne eğdi. «Özür dilerim, efendim. Gerçekten üzgünüm.» Şişman adam tutumundaki tuğla tozlarını sü-pürmek için boşuna uğraştı. Bu sırada ıslak harçları yaydı ve harç ellerine de bulaştı. «Kimsin sen?» «Ben burada oturuyorum.» «Burada mı? Burası neresi?» Çocuk kolunu kaldırıp gerideki açalyaları işaret etti. «Oradaki evde efendim.» «Chartvvell evinde mi? Öyleyse sen Mrs. Cre-ighton’un çocuklarından birisin, ha?» «Evet, efendim.» Şişman adam ona kötü kötü baktı. «Öyleyse delikanlı, şimdi mal sahibinle tanıştın. Bunun çok daha hayırlı bir tanışma olması gerekirdi.» Şişman adam söylenerek eğilip tuğlaları toplamaya koyuldu. Çocuk da duvardan kayıp inerek onu yatıştırmak için yardıma koyuldu. Düşmüş tuğlaları toplayarak duvarın dibine istif etmeye başladı. Bir an sonra da endişeyle, «Canınız yanmadı ya?» diye sordu. «Yanmadı ama bu yüzden sana teşekkür borçlu değilim.» «Hatamı onarmak isterim, efendim.» Yaşlı adam kaşlarını çattı. «Nasıl?» «Uygun bulduğunuz cezayı kabul edeceğim.» Omuzlarını dikleştirip durdu. Şişman adamın dudakları titreyip oynamaya başlamıştı. Bir an başını çevirdi. Tekrar çocuğa döndüğünde yüzü sertti. «Kaç yaşındasın?» «On, efendim.» «Peki, adın nedir?» «Christopher, efendim.» «Okulun tatil olduğu için eve döndün herhalde. Benim kim olduğumu biliyor musun?» «Hayır.» «AdımWinston Churchill.Yaşlı bir parlamento üyesi olmama karşın yine de buranın sahibiyim. On yaşında bir çocuğun izin bile almadan malikânemi altüst etmesine göz yumamam. Önerdiğin gibi sana uygun bir ceza bulalım, değil mi?» Çocuk üzüntüyle, «Evet efendim,» diye mırıldandı. Cesaretinin şişman adamı etkileyeceğini ve böylece kendisini bırakacağını ummuştu. Ama böyle olmayacağı anlaşılıyordu. «Gel öyleyse.» Yaşlı adam hızlı adımlarla biraz uzaktaki küçük yapılara doğru yürüdü. Çimenliklerin aralarında tuğla döşeli yollar vardı. Küçük ev ve kulübelerin arkasında iki de küçük göl bulunuyordu. Bunların çevresinde beyaz yüksük otları ve birkaç ağaç gördü çocuk. Sonra suda yüzen siyah kuğularla birkaç kaz dikkatini çekti. «Burada bekle.» Adam küçük bir eve girdi ve bir an sonra çocuk akan suyun sesini duydu. Biraz geçince de şişman adam kapıda belirdi. Elinde uzun saplı bir çapa vardı. Bunu çocuğa uzatarak, «Nasıl sen sınırı aşarak hakkın olmayan bir duvara tırmanmaya kalktınsa, şu çimler de yolların kenarlarındaki sınırı aşıyorlar,» dedi. «Şimdi bahçe yollarını izleyerek iki yandaki çimleri düzeltmeni istiyorum. Bak, sana nasıl yapacağını göstereyim.» Çocuktan çapayı alan şişman adam eğildi. Çapayı iki eliyle kaldırıp tuğlanın üstüne doğru sarkanotukesiverdi. «Yapabileceğine akiın yattı mı?» Çocuk çimenliklerin arasındaki yollara baktı. Bunların sonu yok gibiydi. Hevessiz hevessiz mırıldandı. «Evet, efendim.» «Öyleyse harekete geç.» Adam çapayı ona vererek uzaklaşırken başını çevirmeden konuştu. «Bir süre sonra gelip çalışmana bakacağım.» Öğle üzerine doğru şişman adam ağaçların arasından çıktı. Oocuğa bir göz atıp tuğladan yapılmış, büyük eve girdi. Çocuğun başı güneşten kızmıştı a-ma kendini işe vermiş çalışıyor, bu cezayı kabullendiğini göstermek istiyordu. Şişman adam onun işten kaçan biri olduğunu sanmamalıydı. Ona gösterecekti. Zamanı düşünmeden, açlığına aldırmadan çalışmaya devam etti. Sonra bir puronun sert, ekşimsi kokusunu duydu. Başını kaldırınca, bir ağacın dalları arasından ağır ağır yükselen dumanı gördü. Çocuk eğilerek çalışmaya devam’ ederken yorulduğu belli oluyordu. İçini çekip çapayı daha ağır hareketlerle sallamaya başladı. Sonra durup dramatik bir tavır içinde yeniyle alnını sildi. Tekrar içini çekip otları kesmeye devam etti. Şişman adam ağacın arkasından çıktı. Çocuk onu görünce şaşırmış gibi yaptı. Yaşlı adam, «Buraya gizlenmiştim,» diye açıkladı. «Seni gözetliyordum. Çok fazla çalıştın, değil: mi?» «Evet, efendim.» «Herhalde yorulmuş, acıkmış ve susamışsındır artık.» «Evet, efendim.» «Gel öyleyse.» Çocuk, annesinin ev sahibiyle böyle tanışmış oldu. 1935’in Haziranıydı. Christopher’in annesiyle babasj geçen kış boşanmışlardı. Yakındaki Crockham Hiil’de oturan John Amca, Churchill’lerin Kent’tekiWesterhamköyü yakınında bulunan malikânesinde kadına oğlu ve iki kızıyla oturabileceği bir ev bulmuştu. Christopherdaha sonraki okul tatillerinde şişman adamı biraz daha yakından tanıma fırsatını buldu ve onun asık suratlı bir ihtiyar olduğu kanısına vardı. Adam zamanının büyük bölümünü politika yaşamının bittiğini, mesleğinin mahvolduğunu söylemekle geçiriyordu. Geriye sadece örülecek duvarlar, yapılacak resimler ve kimsenin okumayacağı kitapları yazmanın kaldığını ileri sürerek yakınıyordu. Çocuk başına geniş kenarlı kocaman bir şapka giyen adamınChartwellgölcüğündeki küçük adada, tuvalin önünde oturduğunu, resim yaptığını görüyordu. Bir kez adama usulca arkadan yaklaşmaya kalkıştı fakat küçük tahta köprü gıcırdayarak onu ele verdi. Yaşlı adam hemen başını çevirerek, «Kızılderili oyunu mu oynuyorsun?» dedi. «Özür dilerim efendim. Resmi görmek istemiştim.» «Her seferinde seni yaramazlığa kalkışırken yakalıyorum!» Genellikle çocuk, yaşlı adam hakkında kötü şeyler düşünmüyordu. Aslında onu hiç düşündüğü yoktu. Büyüklerin yanında pek az vakit geçiriyordu. Çoğu zaman yatılı okuldaydı. Oyunun Kuralları 1819 1918 Savaşında subaylık yapmıştı. Siperdeyken vurulduğu ve kalbinin yanına saplanan 7,62 mm.lik kurşunun çıkarılamadığı söylenirdi. Kurşunun hayati organa çok yakın olması ameliyatı o-Ianaksız kılmıştı. Ayrıca vücuttaki kurşunun, ince zarı ne zaman delip kalbe gireceği ve yaşamına son vereceği de belli değildi. Adamın bu yüzden hiç ö-zel plân yapmadığı, geleceği düşünmediği ve kasvetli bir yaşam sürdüğü de iddia edilmekteydi. John Amca savaşta bir ara Mr. Churchill’in yaveri olmuştu ve o zamandan beri de dosttular. Daha sonra oJhn Amca, Christopher’in çok ünlü bir operatör olan ve Harley Sokağında çalışan babasıyla Churchill’i tanıştırmıştı. Christopher, John Amcayı pek sevmezdi. Adam sıkılı dişlerinin arasından konuşuyor ve çocuklara gösterdiği nazik ilgi de zorlamaya benziyordu. Güvenle bakan parlak, soğuk mavi gözleri de insanın içini ürpertirdi.
Brian Garfield – Oyunun Kuralları
PDF Kitap İndir |