Belma Özbaydar – Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma

Din insan hayatında büyük bir yer kaplar. Geniş mânâda ele alınacak olursa din tir hayat felsefesine işaret eder. Daha dar mânâda ise, insanın günlük hayatındaki davranışlarını etkileyen bir faktör olarak düşünülebilir. Eelirli dinî inançlar ve tutumlar, ferdin diğer kimselerle olan münasebetlerini, ahlâkî davranış ve hükümlerini bir dereceye kadar şekillendirir. Hayatı, doğumdan itibaren ölünceye kadar ortaya çıkan güçlükleri çözme ve değişen şartlara intibak etme çabası olarak düşünebiliriz. İnsanın doğduğu andan itibaren yapmak zorunda kaldığı sayısız intibaklar vardır: Doğduğu zaman fizik çevreye intibak, sonraları sosyal çevreye intibak, aile hayatına, arkadaşlara, m esleğe, kendi çocuklariyle olan ilişkilere intibak, bütün insanların kaçınılmaz bir hayat hikâyesidir. İnsanın bu arada, diğer intibak tarzlarını da kısmen etkileyen dinî intibakı da söz konusudur. Her ferdin kendisini yaratan, yaşatan ve sonunda kaçınılmaz son’a götüren tabiat kuvvetleriyle olan ilişkisinde bir anlayış kazanması lâzımdır. İnsanın hayatı boyunca mesut yaşıyabilm esi uygun şekilde intibaklar yapmasiyle mümkündüıv Bazı şeylere ne şekilde iyi intibak yapılacağını ilim, sosyal organizasyonlar ve zekâ bize öğretmektedir. Fakat tasavvur edilemiyen, karmaşık bir sır olan tabiatın bazı veçhelerine ancak din yolu ile ulaşılabilmekte ve gerekli intibak yapılabilmektedir.’j .^Din, bir psikoloji sözlüğünde (Engllsh and English, 1961) şöyle tarif edilmektedir: “Din, fertlerin kendilerini Allahla, tabiat-üstü bir dünya ile, ve birbirleriyle münasebete getirdiği, yaşanılan dünyadaki hadiseler hakkında hüküm verdirecek bir değerler sırası çıkardıkları, tutumlar, âdetler, âyinler, merasimler ve inançlar sistemidir” . Din, ister tabiat-üstü kuvvetlerle insan münasebetlerini inceleyen bir kavram olarak ele alınsın, ister tabiat-üstü. kuvvetlerle ilgisi olmıyan, umumî hayat felsefesiyle ilgili bir kavram olarak ele alınsın, fonksiyonu ferdin de içinde bulunduğu, kâinatın mahiyeti ile ilgili, tatminkâr bir intibak temin etmektir.(Bazı kimseler tamamen ilim dünyasına bağlı kalmakla huzura kavuşabilmektedirler. Bazıları bu çeşit münasebetlerde ilmi bir tarafa bırakmaktadır. 5 Bazıları da ilimle, tabiat-üstü dinî görüşleri birleştirebilmektedir. İnsanın kâinatla olan münasebetlerini açıklamaya, düzene koymaya gayret eden bu teşebbüslerin hepsi “din” terimi ile karşılanabilir. Din duygusu ferde yaşadığı dünyada bulamadığı bir emniyet ve teselli kazandırmakta, kendisinin dışında bulunan, rahatlıkla güvenebileceği bir kuvvete, kudrete dayanma imkânı sağlamaktadır. Dolayısiyle diııde bir “affective” veçhe vardın, DİNİN MAHİYETİ Dinî yaşantının mahiyeti nedir? Herhangi bir yaşantıya sahip olabilmek için önce şuurlu olmak gerekmektedir. Şuurlu olma dört merhaleden geçer: 1) Farkına varma veya ayırdedici dikkat. Alıcı organlara çarpan çeşitli tenbihlerden fert için uygun olanları seçilir. 2) Araştırm a. Tenbih alındıktan sonra idrak, sitüasyonun bütününe çevrilir ve daha fazla bilgi edinilmeğe çalışılır. 3) Tanım a hükmü. Burada bir nevi yorumlama söz konusu olmaktadır. Her hükümde o hadise, ile başka hadiseler münasebete getirilmektedir. 4) Bütün bu prosesler sonucunda, şuurlu yaşantı bir gaye kazanmış olur, şuurlu bir gayretle bir karara varıbr. Johnson’a (1945) göre, dinî yaşantıda bu derece basit olmamakla beraber, dört merhaleyi görmek mümkündür. Dinî tenbihlerin fakına varılm ası, ve dinî mânâları anlamak için ;bir araştwma vardır. Bundan sonra tanıma ve değer hükümlerini meydana getiren yorumlama olmakta ve dinî hedeflere ulaşmak için bir şeyler yapmak gayeleri meydana gelmektedir. Dinî yaşantı bir değer yaşantısıdır^ Değer ise alâka ve ihtiyaçtan meydana gelir, çünkü alâka veya ihtiyacı tatmin eden herşeyin defteri vardır. Gayelerin veya delerlerin elde edilmesinde başarısızlık korkusu da vardır. Bu istek ve korkunun karışması sonucunda fert gayesine erişmek için İlâhî bir yardım arar. İlâhî kaynaklar başka gayelere erişmek için aranıldığı nisbette dinî değerler vasıta olarak kullanılmaktadır. İlâhî yaratıcı en yüksek bir değer olarak düşünüldüğü müddetçe dinî değerler aslîdir. Şüphesiz ki her değer dinî değildir. Fakat ihtiyaçlar şiddetli ise, ve insan kabiliyeti bunları tatminden uzaksa, büyük bir ihtimalle İlâhî yardıma baş vurulur. Bu durumlarda dinî tutumlar ve dinî heyecanlar gelişir) (Johnson, 1945). Din psikolojisi hiçbir zaman İlâhî Varlığın mevcudiyetini, veya mahiyetini tarif etm eğe teşebbüs etmez. Bunlar psikolojinin sınırları dışındadır. JDinî yaşantı tenbihlere yapılan bir tepkidir. Tepki İlâhî olarak -görülen veya değerlerin yaratıcısı olarak kabul edilen bir realiteyi temsil etmektedir. Dinin kökünün insan heyecanlarında olduğunu kabul edenler vardır. Bu nokta halen ^tartışılmaktaysa da,£her yaşantının heyecanla ilgili olduğu, dolayısiyle en yüksek değerlerle, en şiddetli ihtiyaçlarla ilgili dinî yaşantıda heyecanların çok büyük payı olduğu bir vakıadır. İhtiyaçları tatmin eden, değerleri çoğaltan her alâka dinî heyecanlan etkiler. Değerlerin devamlı geİişme6 sine, sosyal çevrede paylaşılmasına, bütün insanların iyiliğini gaye edinen yeni değerlerin yaratılmasına insanların ihtiyacı vardır. Din bütün bu değerleri ve ihtiyaçları karşılamak için gösterilen gayretlerle ilgilidir. Bu ihtiyaçların değerleri idrak edildikçe onlara olan hissi bağlantı kuvvetlenir.) Dinin doğmasında başlıca heyecan çeşidinin korku olup olmadığı tartışılmaktadır. Korku, dini doğuran Tiir faktör olaraüTele’ alinsin- ‘veya” aü’nmasın, her~dîîff heyecanda korkuyu b ü lm ^ kabil dır.’Ancak, korku sonraları hürmet, hayranlık, minnettarlık gibi daha’ yumuşak heyecanlara “dönüşmuşturT”Bugün ileri medeniyetlerde’Korku’ve dehşet yerlerini diğer dinî heyecanlara bırakmışlardır. Dinde, Allahın gazabına, bu hayatın kötülüğüne, ölümden sonra çekilecek azaba önem veriİdiği nisbette korku heyecanı çoğalmaktadır. Dinde bugün Körku~ heyecanının azalmasına üç sebep gösterilmektedir: 1) Harp ve büyük felâketler hariç, medenî cemiyetlerde korku yaratacak durumlar azalmıştır. 2) Modern eğitim heyecanlardan çok düşüncenin gelişmesini sağladığından, heyecanlar kontrollü reaksiyonlar şekline dönmektedir. 3) Tehlike anında korkunun uygun bir metot olmadığının anlaşılması daha zekice tepkilere yol açmaktadır. Böylece günümüzde medenî toplumlarda dinî duygular sevgi, itimat, ümit, cesaret, sebat, merhamet şeklinde görülmektedir (Johnson, 1945). Dinî faaliyetlerin, insanın ihtiyaç ve arzularını tatmin ettiği için yapıldığı bir gerçektir. Bütün kültürlerde bir çeşit dinî faaliyetin ‘bulunması kozmik emniyet ihtiyacının evrensel olduğunu göstermektedir. Dewey ve Humber’e (1951) göre bu, doğuştan mevcut bir arzunun tabii olarak ortaya çıkması şeklinde düşünülmemelidir. Çünkü, dinî ihtiyacın insiyâkl veya doğuştan olduğunu gösteren bir delil yoktur. Dinî yaşantı öğrenilen, kazanılan bir şeydir. Her kiM urdebulunması bu ihtiyacın evrensel olduğunu göstermekte, kalıtım yolu ile aktarılmış bir kuvvet~ol3üğüna işaret etmemektedir” C Pew ey ve Humber’in bu görüşüne karşılık dinî faaliyetleri insiyaki temayüllere bağlamak için çeşitli teşebbüsler yapılmıştır. Çök yaygın olan dinî faaUyetlerin körkü, ‘ ‘âsser tion’ ’, cinsiyet ve ferdin_gelişen arzu ve alâkaları gibi karışık empülslerden doğduğu ileri sürülmüştür. Bu iddiaya göre, bazıları doğuştan bulunan bu empülsler, insanın zihnî ve sosyal alışkanlıklarında içgüdüler (drive) teşkil etmek üzere birleşirler^ (Garrison, 1962). (Her dinî duyguda bulunan tek bir yaşantı şekli bulmak için pek çok teşebbüs yapılmıştır. Bunların arasında en iyi bilineni Schleierm acher’inkidir. Schleiermacher’e göre bu temel yaşantı şekli “mutlak tâbilik <dependence) duygusu”dur. Daha sonra, din duygusuna tek bir merkezî ve ayırdedici vasıE büîîha teşebbüsüne başkaları da girişmiştir. RudolE Otto’ya göre, Schleiermacher tâbiliğin «cognitive» veçhesini ihmal etmiştir. Her fert kendi hiçliği karşısında bocalarken, kendi dışında olan, dehşet verici, esrarengiz bir realitenin 7 farkındadır. Başka hiçbir insan yaşantısı bunu ihtiva etmediği için, dinî duygu emsalsizdir, diğer insan yaşantılarından farklıdır. Wofcbermin ise iştiyak ve güvenlik duygusunun Schleierraacher’de ve Otto’da yeteri kadar belirtilmediğini ileri sürmektedir. Ona göre, bütün dinî kültürlerde bu duygu daha üstün bir yer kaplamaktadıı; (Zikr: AUport. 1951). Din konusu hakkında yazan psikologların çoğu, tek bir ayırdedici dinî heyecanın bulunmadığı, fakat değişik yaşantıların dinî objeye yöneltilebileceği fikri üzerinde hemfikirdirler. Yâni, yaşantının özelliğinden çok. itiyadî ve kasdî olarak yöneltilmesi dinî duygunun varlığına işaret etmektedir. William James de korku, sevgi, hayranlık, neşe gibi çeşitli heyecanların tabiat-üstü münasebetlerle ilgili olarak ..yaşandıkları.. zaman…dinî mânâ kazandıklarını söylemiştir (Zikr: AUport, 1951). i Dinî yaşantıda müşterek olan tek bir ayırdedici vasıf olmadığı gibi, duygunun meydana gelmesinde müşterek bir başlangıç noktası da yoktur. Dinî faaliyetleri insiyakı temayüllere bağlamak için girişilen teşebbüslere rağmen AUport (İ9M) ’tele’ bir‘dinî insiyakın mevcudiyetinin kabul edilemiyeceğini ileri sürmektedir. Allport bu görüşünü haklı çıkarmak için ası-m en büyük insiyakçısı addedilen Mc Dougall’in bile, zemin teşkil edecek tek bir dinî temayülün mevcudiyetini haklı çıkaracak deliller bulamadığını söylemektedir. Mc Dougâll huşû (reverence) heyecanının çok karmaşık olduğunu söylemiştir. Bu duyguya korku ve hayranlığın bileşimi olan dehşet girmektedir. Hayranlıkta ise “kendi” hakkındaki duygunun menfiliği ve hayret duygusu vardır. Ayrıca huşû’ya gene “kendi” hakkındaki menfî duygu ile şefkat heyecanının bileşimi olan minnettarlık girmektedir) Dinî düşünce ve duyguyu tek bir bedenl-vega… zihnî mekanizmanın çalışm asiyle aynileştirme temayülü de vardır. M eselâ, cinsiyetin bastırılması (repression) teorisinin epey taraftan vardır. Bunu benimseyenler delil olarak dindeki cinsiyet sembollerinin üstünlüğünü ye bazı dinî coşkunluk ve mistik hayal çeşitlerinin çılgınca iptilâlara yer vermesini, kontrolsüz bir hoşgörü t^ iöm asini^ ^ ~^ n iek lİE râirîef.”B ü gSruşün taraftarlarına göre din, gayesi bastırılmış olan cinsel dürtünün (impulse) sublimation’udur. Eu görüşte makul taraflar olmakla beraber, dinin beslenme, emniyet gibi sembollere verdiği önem açıklanamamakta, bütün heyecan çeşitleri cinsel heyecanla karıştırılmaktadır. Ayrıca cinsel baskının olmadığı yerlerde ve devirlerde de dinin gelişmiş olması bu görüşle açıklanamamaktadır> C.Dinî hayatın aynileştirildiği bir başka mekanizma gayri-şuur’dur. Bu görüşün. tem silcisi Freud’dur. Ona göre fertteki Allah kavramı, baba model alınarak geliştirilmiştir. Allahla olan §aİsî_m toaşebet .baba ile olan’münasebete dayanmaktadır. Allah yükseltilmiş bir babadan başka birşey değildir. Freud’a göre, fert hayatta güçlükle karşılaştığı zamanlar, iyice bastırılmış çocukluk düşünceleri ortaya çıkmak için gayret ederler^ (Freııd, 1918).

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir