Arzach Mills – Eroini Birakmak

Hemen hepimiz ”Ruhunu Şeytan’a Satmak” denen hayali bir olguyu tanımlayan ifadeyi biliriz. Eroin kullanmak, ruhunu Şeytan’a satıp karşılığında kazık yiyerek Şeytan’ın vaatlerini gerçekleştirmemesi ve ruhunuzu alıp ortadan kaybolması ile eş değer bir durumdur. Sevgili okuyucuma öncelikle kendimi tanıtmak isterim. Okumakta olduğunuz satırları yazdığım esnada 32 yaşında (şu anda 35 oldum), gençliğinin ununu elemiş, eleğini duvara asmış olgunluk sürecine doğru hızlı adımlar atan bir insan evladıyım. Fakat şu var ki, bu olgunluk meselesinin ancak ve ancak toplumun insanları yaşları ile kategorize etmesine bağlayabiliriz. Aksi halde kişiliğimin olgunlaşmak denen gelişimle asimetrik bir ilerleyişe sahip olduğunu ve daimi bir çocuksu ruh ile hayatımı yaşamaya devam ettiğimi de bilmeniz gerekir. Cinsiyetim erkek, bu yükü taşımak isteyip istemediğimi bana soran oldu mu bilmiyorum. Ancak Türkiye gibi bir ülkede insanların erkek olmak üzere kimi aşırı zorunlu süreçlerden geçirildiklerini siz de bilirsiniz. Bize erkeklerin ağlamayacağı yönünde bir telkinde bulunduklarını, ”Her Türkiyeli erkeğin asker doğduğunu”, hayatın her alanında gücün sembolü olmamız gerektiğini o denli çok vurguladılar ki, biz erkeklerden zerre kadar daha iyi şartlara sahip olmayan kızların durumu göz önünde bulundurulursa hayli rahat şartlarda yetiştiğimize de kuşku yok. Mesleğime gelince, işte bu biraz karışık bir meseledir. Daha önce herhangi bir edebi esere hayat vermemiş olmam bir yana, bana sorsalar yazarım derim. Hayatta en iyi yapabildiğim şeyin yazmak olduğunu düşünmem bir yana, bu konuda öyle ahım şahım bir beceriye de sahip değilim. Sanırım iyi bir yazar olabilmek için daha çok kitap okumam ve vaktimi daha fazla yazmaya ayırmam gerekirdi. Bir çok internet sitesinde kimisi ciddiyetten büyük ölçüde uzak, kimisi ”belki” kaale alınabilir yazılar yazmış olsam da bu elinizde tutmakta olduğunuz döküman benim ilk ciddi denemem. Bunlara ek olarak, çocukluğumdan itibaren önce karikatür, ardından resim çizmeye çok büyük bir hevesim, bir nebze de yeteneğim olduğunu biliyorum. Yıllarımı çizim yapmaya verdim ancak çeşitli yerlerde çizmiş olmamla birlikte asla bu konuda tam manasıyla uzmanlaşamadım. Resim eğitimi almadım, fakat bilhassa çizgi roman konusunda deneyimli bir çok ustanın yanında vakit geçirdim ve edindiğim bilgiler ve kişisel çabalarım sayesinde bir yere kadar gelişmeyi sürdürebildim. Zaman içerisinde çizim yapmanın bendeki yansımasında kimi eksiklikler hissettiğim için bir süre sonra, 20’li yaşlarımın ortasından itibaren çizim yapmaktan uzaklaştım. Resim’de aradığım 3. boyutu bir türlü yakalayamadığım için 3B (Üç Boyutlu) Modelleme konusuna heves ettim. Sanırım çizim yapmaktan daha iyi bir gelişim sergiledim bu konuda ve hayatımı halen 3D karakter, mekan, araç tasarımları ve modellemeleri yaparak kazanıyorum. Bu konuda uzmanlaştım mı? Her zaman daha iyisi vardır sözüne inanıyorum ve kendimi asla bir uzman olarak görmek istemiyorum. Bununla birlikte çizim kabiliyetimi tamamen mazide bırakmam gerekmedi. 3B çalışmalar aynı zamanda çizim yapabilme ve boyama kabiliyeti gerektirdiği için bir üst sınıfa yükseldi çalışma prensibim. Aslına bakarsanız çocukluğumdan itibaren yapmak istediğim bir başka şey gitar çalmaktı. Bu hayalimi çok geç hayata geçirebildim. ”Hiç bir şey için geç değildir” dediğinizi duyar gibiyim. Hayır efendiler, hayır hanımlar. İnsan sanatsal yaşamına erken yaşlarda başlamalı. Ancak ben gitar eğitimi almaya sadece 28 yaşımda başlayabildim. Bir yandan halen Flamenko gitarı eğitimime devam ediyor, bu sanatın inceliklerini öğrenmeye çalışıyorum. Bütün bunların yanında bir Photoshop sanatcısıyım. Kah kendi çalışmalarımda, kah kimi fotoğrafcılar için bir takım Photoshop işleri yaparak da hayatıma katkı sağlamaya ve bu alanda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. İşin aslı, siz mütevazi görünmeye çalıştığıma bakmayın. Egom oldukca yüksek, yıldızım parlak, işlerimde ise başarılıyım. Ancak bütün bu sayısız yeteneğimin gerçek anlamda bir patlama yapmaması eskilere dayanan bir lanetin üzerimden bir türlü kalkmaması sebebiyledir. Bende insanlar konusunda ciddi bir paranoya hali miras bırakan ve üzerime hırçın bir ruh halini yapıştıran kimi eski kötü deneyimlerim var. Zat-ı şahanem eski bir eroinmanım. Matematiğim oldukca zayıftır ancak şu kolay hesabı yapabilirim diye düşünüyorum… 17-21 yaşlarım arasında 4 yıl boyunca eroin kullandım. 21-32 yaşlarım arasında ise bu pislikten uzak kalmayı başardım. Artısıyla eksisiyle 11-12 yıl gibi bir süredir eroin kullanmıyor oluşum bir yana, bu kitabı yazmamın sebebi uzunca bir süredir herhangi bir şekilde eroin kullanmayı asla ve asla düşünmüyor ve arzulamıyor, onu hiç aramıyor oluşumdur. İnsanların eroini bıraktıktan sonra içine düştükleri ve bir türlü çıkıp hayata adapte olamadıkları eroin bağımlılığını yenmiş, ona duyduğum ihtiyacı yok etmiş ve hayata dönebilmiş olduğum için deneyimlerimi sizlerle paylaşma hevesine kapıldım. Daha açık söylemek gerekirse, gencecik bir yaşta üzerinde o kadar çok çalıştım ki benim hayattaki uzman olduğum konu eroin denen pislikten kurtulmaktır. Bu benim yıllar önce zayıflıktan kırılmış olan öz güvenimi yerine getiren ve hayata bir ucundan katılmama vesile olan başarımdır. Neticede sizinle bu başarı öykümü nedenleri ve ne içinleri ile paylaşma hevesindeyim. Bunu yapmaktaki amacım, eğer yanılmıyorsam Türkiye’de bu pisliğe bulaşıp bırakabilmiş, ardından bunu kitap halinde kaleme alıp sonrasında yeniden eroine dönmeden hayatını devam ettirebilmiş kimsecikler yok. Varsa da tanışık olmadığım için bu yanlışım vesilesi ile kendilerinden özür dilerim. Bir iki kitap hafızanızda yer etmiş olabilir ancak, yazarlarının şu anda hayatta olup olmadıklarını, hayattalarsa ne yaptıklarını bir araştırmanızı öneririm. Kendimi öteki arkadaşlardan ayırış sebebim, tam manasıyla olmasa da hayata geri dönebilmiş ve eroini tamamıyla bırakabilmiş olmamdır. Her ne kadar hemen herkes bu pislikten kurtulmanın imkansız derecede zor olduğunu ve bırakanların er ya da geç bu merete geri döndüğünü düşünse de ben aslında tek değilim. Tanıdığım bir çok insan bu pislikten arınmayı başarmış ve kendilerine oldukca başarılı yeni bir hayat kurmayı becerebilmiş, bir çoğu da yaratıcı insanlardır. Ben ise bu tip bir düşüşü ve ardından gelen kurtulma çırpınmaları ile geçen sürecin ardından hayatta eroinin yerine nasıl başka şeyler koyabildiğimi sizinle paylaşarak bu zorlu mücadeleyi okuyucuyla paylaşmak istedim. Umarım bu satırları okuyacak bireyler bahsedeceğim şeylerin ciddiyetini kavrar ve bilhassa eroin denen pislikten -her ne olursa olsun – uzak durmaları gerektiğini en açık şekilde anlayabilirler. Bu yazılarda okuyacağınız deneyimler uyuşturucunun en ağırlarından biri olan eroinin insan hayatını nasıl değersiz bir çöplüğe çevirdiğini ve gencecik bireylerin bu illetin elinde nasıl da eriyip yok olduklarını okuyacaksınız. Hayatta yapılmaması gereken şeyler vardır. İnsan öldürmek, hırsızlık yapmak, insanlığın sonunu getirecek bir silah icat etmek vs vs… Yine de bütün bu saydıklarımı yapanlarla az çok empati kurup kendilerini anlayabilirim, ancak eroin kullanmanın hiç bir mantığı olmadığını vurgulamak isteyişim eroin kullanmayı artık katiyen anlayamayacak oluşumla bağlantılıdır. Eğer bir insanın bu pisliğe bulaşmasına mani olabilecekse, bırakma gayesindeki bir insan evladına cesaret aşılayabilecekse, çocukları bu yollarda heba olabilecek ebeveynlere bir nebze akıl fikir aşılayabilecekse şu yazacaklarım ne ala. Fakat şöyle bir gerçek var ki, bir tek eroini nasıl bıraktığımı açıklamakla bu işi başaramam. Size hikayemi çok daha öncelerinden ve hatta çocukluğumdan başlayarak anlatmadığım takdirde mesele tam manasıyla gün ışığına çıkmayacak ve kimseye bir faydam olmayacaktır kanaatindeyim. Yazdığım şu iki sayfalık yazıdan sonra hevesinizi halen koruyorsanız buyurun, ben size bu boka nasıl battım, nasıl çıktım etraflıca anlatayım ki aklınızı başınıza toplayın. Ben ettim, siz etmeyin. BÖLÜM -IBu hikayeyi yazmayı planlarken konuştuğum insanlar çocukluğumu mutlaka anlatmam gerektiğini ısrarla belirttikleri için bu kritik dönemle ilgili yazmadan sebep sonuç ilişkisinin tam manasıyla anlaşılamayacağına kanaat getirdim. Çocukluğumdan başlayacağım dediysem bunun manası sadece eroinmanlara, eroine bulaşma olasılığı olan insanlara değil, mesajımı ebeveynlere de vermektir. Bir insanın eroine başlamasındaki hatalar silsilesinin inanıyorum ki %50’si ebeveynlerinin attıkları hatalı adımlardır. Ancak yanlış anlaşılmasın, benim ebeveynlerimle artık öyle ahım şahım bir derdim olmamakla birlikte bu kitapta kurulması olası bulunan mahkeme salonunun yegane amacı kendilerini zor duruma düşürmekten ziyade, sizlerin kulağınızı çekip bir ebeveyn, geleceğin ebeveynleri olarak farkında olarak ya da bilinçsizce attığınız hatalı adımları işaret etmektir. Yoksa benim ebeveynlerim de insan oğlu insandır. (Hani şu bildiğiniz, hata yapma potansiyeli başarıyı yakalama potansiyelinden yüksek olan canlı. ) 1977 yılında hayata güzeller güzeli bir anneden ve yakışıklı bir babadan tohumlanarak yeşerdim. İlerleyen yıllarda anladığım kadarıyla, ben bir aşk çocuğuyum. Her ne kadar aşk baki bir duygu olmasa da bir zamanlar birbirlerini seven iki genç insanın aşkının filizlenip geldim dünyaya. Hoş o bir çok örnekte gözlenebildiği gibi onların da aşkı sonraları yalan oldu, ikisi de birbirlerine düşmanlaştı ya neyse, bu sanırım bir çok insanın yaşadığı aşkın doğası. Biz insanlar, hayatta bazen öylesine körleşiyoruz ki kelebek etkisi adı verilen tezi unutuyoruz. Benim ”düştüğü yeri yakan ateşiyle” peder bey attığı adımlardan bizlerin nasıl etkileneceğini ya önemsemedi, ya da farkında olmadan öyle hatalar yaptı ki anacığımı ayrı yaktı, bizi ayrı yaktı, kendisini ise apayrı yaktı. Bununla birlikte yaşananları pozitif bir yönden ele alma gayretine girersem, algımın bir çok yaşıtımdan hemen her daim farklı çalışmasının nedeni de belki de geçirdiğimiz zorlu süreçlerdir diye düşünüyorum. İkisi arasında bir bağlantı kurmaya çalışmamın en büyük sebebi ise, insanın mutsuzluğu çocuk yaşta güçlü şekilde hissetmesi bireyin hayal dünyasına daha kolay sığınabilmesine neden oluyor. Muhtemelen benim sanatsal becerilerimi geliştiren şey de bu yaşanmışlıklar oldu. Henüz çocukluğumdan itibaren sanatın hemen her alanına özel bir ilgi duyar hale gelmiştim, mutsuzluktan kaçarken sığındığım hayal gücümü besledikce sanatsal becerilerim de an be an gelişti. Bir yandan da kardeşime bakıyorum… Geçirdiğimiz onca zorluktan sonra bana göre çok daha güçlü bir kişilik, aslan gibi bir delikanlı oldu. Benim ise kendisine göre daha kaypak oluşumun sebebi tamamıyla olmasa da sanırım büyük ölçüde eroin ve bilimum pisliğe batıp çıkmış olmamın kişiliğimde yarattığı kalıcı travmadır. Bu arada uyarmadan edemeyeceğim, ben bu yazıları -Eroini Bırakmak- şeklinde ele aldım ancak benim mazimde Esrar, Eroin, Kokain, Extacy, LSD ve türevleri, Eczanelerden alınabilen Akineton ve Perakon ile ismini anımsayamadığım benzerleri ve en acayip olanı Bally adlı yapıştırıcıyı solumak suretiyle kafa yaptığım dönem mevcuttur. Göreceğiniz üzere benim hayatta kalabilmiş olmam tam manasıyla bir mucizedir. Bu mucizeyi gerçekleştirirken insanlığımdan çok şey kaybetmiş olmam bir yana, bir daha o kayıpları yerine koyabilir miyim hiç bir fikrim yok. Bitaz narsist bir yaklaşım olacak biliyorum, ancak tüm bu deneyimlere rağmen bir çoğunuzdan daha sağlam olduğuma da eminim. Çocukluğumun bir kısmı harika geçti diyebilirim. Ancak şimdi düşününce bu harikalığın içinde kimi kusurlar olduğunu farkettim. Örnek vermek gerekirse, ben bir doyumsuzum. Bunun sebebini kendimce düşünürken öncelikle annemin beni 1 yıl yerine ancak 6 ay emzirebilmesine odaklanmıştım ki bu benim oral zevklere, yani esrar, sigara vs gibi şeylere neden düşkün olabileceğim konusunda bir çıkarım yapabilmemi sağladı diye düşündüm. Fakat sonra farkettim ki babacığım hayatımızın henüz bok olmadığı dönemlerde hemen her gece elinde yeni bir oyuncak seti ile gelirdi eve. Öyle bir hale gelmişti ki bu durum evin her yanı oyuncak kaynıyor, ebeveynlerim bile eşleri dostları geldiğinde bu oyuncaklarla oynamaya heves ediyorlardı. Bizimkiler de az çocuk değildi hani. Anladınız mı ne demek istediğimi? Bir noktadan sonra babam eve elinde oyuncakla gelmediğinde ağlamaya başladığımı hayal meyal anımsıyorum. Babam biricik evladını (kardeşimle 3 yaş fark var) mutlu etmeye çalışırken onu farkında olmadan bir doyumsuz haline getirmiş olabilir mi? Bırakalım bu soruyu uzmanlar yanıtlasın. Ancak benim tespitim ciddi anlamda doyumsuzlaştığım yönündedir. Çocukluğumun erken evreleri yoğun bir sevgi bombardımanı altında akıp gitmekteydi. Fotoğraflarıma bakıyorum da güzel de bir çocukmuşum. Sevimli çocukların nasıl ilgi gördüklerini bilirsiniz. Ben o ilgiyi fazlasıyla gördüm. Sevildim, korundum ve elbet bolca şımartıldım. Annem şımarık çocuk sevmezdi, babam ise sonrasını düşünmeden beslerdi şımarıklılığımızı. Bu arada ard arda 2-3 kere şımarık yazınca kelime anlamını yitiriverdi zihnimde, neyse… Kardeşimle aramızdaki yaş farkı fazla değil sadece 3 sene, demiştim zaten. Ancak aramızda fazla yaş olmaması bir yana çocukluğumuzda öyle pek barışık bir ikili değildik. Sanırım kardeşimin doğmasından bir süre sonra kimi maddi sorunlar baş gösterdi ve belki de ben zihnimde bu zorlukların kardeşimin gelişiyle bağlantısı olduğu yönünde bir yanılsama yaratmış olabilirim. Halbuki size 1977 doğumlu olduğumu söyledim. Eğer yaşınız benden birazcık büyükse kardeşimin doğduğu 1980 yılının Türkiye vatandaşları için ne denli büyük bir lanete gebe olduğunu da anlamışsınızdır. İçine düştüğümüz maddi sıkıntı döneminin kardeşimle değil, Türkiye’de gerçekleşen askeri darbeyle alakası vardı. Aslına bakarsanız benim doğduğum 1977 yılında da insanlar en zaruri ihtiyaçları için bile uzun kuyruklarda beklemek zorunda kalıyorlarmış. Bilmeyen için not düşeyim… 1980 yılında Türkiye’de askeri bir darbe yapıldı. Öncesinde sağ-sol kavgası ciddi bir boyuta ulaşmış, insanlar sokakta birbirlerini öldürür olmuşlardı. Bana sorarsanız sağ ve sol geçtiğimiz yüzyılın köleleştirme politikasıydı. İnsanlar bu iki yöne bir şekilde çekilmiş, çok azı bu meselenin dışında tutabilmişti kendilerini. Sonunda kardeş kardeşi kırmaya başlamış ve darbe için uygun altyapıyı kendi elleriyle (aslında başkalarının maşası olarak) sağlamış oldular. İşin aslı, Türkiye’de sağ ve sol eşit oranda faşizan duygularla hayat bulmuştu. Bilmem diğer ülkelerde nasıldı durum, lakin bizimkilerin anlattığına göre insanlar sokakta birbirlerini durdurup ”Sağcı mısın, Solcu musun?’ diye sorar vereceğiniz yanıta göre biletinizi keserlermiş. Bu nasıl iş arkadaş? Bu nasıl insanlık? İşte böyle bir süreçte Kenan Evren adında bir asker nasıl yaptı nasıl ettiyse emekliliğine günler kala Türkiye’deki rejimi eline geçirecek bir manevra ile askeri bir darbe yapmayı başardı. Evren Paşanın uzun süre Türkiye’yi yönetmesi bir yana halen ülkenin yürürlülükteki anayasanın da mimarıdır. O anayasa sayesinde bir nesil bu ülkede Evren paşa’nın damgalı eşekleri gibi büyüdük. İşin siyasetine fazla girmeden… O dönem insanları hapislerde, işkencehanelerde kırdıklarını da söylemeden geçmemek gerekir. Hoş o insanlar öncesinde birbirlerini kırmaya and içmişcesine kendilerini kaybetmişler ve sokakta birbirlerini gırtlaklıyorlarmış pek ala. Sonrasında ise sopayı eline alan devlet olmuş hesapta ”şiddeti durdurmak” adına. Fakat sonrasında olanlar ülkeyi ciddi anlamda geriletir ve bizimkilerin de ekonomik durumunu öteki bir çok ailenin olduğu gibi kırdı geçirdi zannedersem bizim her akşam gelen oyuncakların da membağı bu vesile ile kurudu. Ancak benim erken yaşta kontrolden çıkan doyumsuzluğum bitmek bilmedi. Biraz daha geçmişe gidelim. ben 8 haziran 1977 doğumluyum. Doğduğum günün 1 ay 1 hafta öncesini anımsayanlar parmak kaldırsın. 1 Mayıs 1977, doğmama 5 hafta kala annem ve babam Taksim-Fındıklı’de ikamet ediyorlar. Bilen bilir, Fındıklı, Cihangir güzel semtlerdi bunlar. Bilhassa 1977 yılında canlandırın gözünüzde, cennet gibi nezih bir ortamdır tahminimce, halen severim o bölgedeki semtleri. Hemen üstü ise o kanlı 1 Mayıs gösterilerine sahne olan yer Taksim. Babam anneme katiyen gösterileri katılmaması konusunda ısrar ediyorsa da kendisi gösterilere katılmak için Taksim Meydanı’na çıkıyor. Ancak annem, ah deli annem… Karnı kocaman haliyle dayanamıyor ve gösterilerin yapıldığı Taksim Meydanı’na çıkıyor ve 1 Mayıs gösterilerine katılıyor. Takdir edersiniz ki ben o dönem ana karnında da olsam doğmama 5 hafta kaldığı için dışarıdaki dünyayı bir nebze de olsa algılıyorumdur diye tahmin ediyorum. Hani insanlar ana karnındayken doğacak çocuğa klasik müzik falan dinletir, sen gel de bizim dinlediklerimize bak. Annem o kalabalık içinde biraz zaman geçirdikten sonra, tahminimce oradaki gürültünün de etkisiyle ben karnında hareketlenmeye başlamışım. Huysuzluğum her ikimizin de hayatını kurtarmış denebilir ki annem daha fazla dayanamayıp eve dönmek zorunda kalmış ve annem eve döndükten 15 dk sonra kimliği halen belirsiz olan bir takım silahlı tipler şimdiki the Marmara, o zamanlar ‘İnter Continental Hotel’den ve Sular İdaresi’nin tepesinden masum insanlara yaylım ateşi açmışlar. Henüz tam manasıyla aydınlanmamış olan bu olay hafızalara kazınmıştır. Binlerce insan can havli ile kaçışırlarken serseri kurşunlara mı yakalananlar dersiniz, birbirlerini ezenler mi… Taksim Meydanı aniden can pazarına dönüşmüş. İşte böyle bir ortamda anneciğimin hissettiği üzüntüden nasibimi aldığımı düşünüyorum. Doğumuna 5 hafta kalmış bir insan evladı anasının karnında bu olaylardan ne denli etkilenebilir bunun tıbbı açıklamasını ben bilmem. Fakat etkilenmiş olacağımı düşünüyorum. Ne de olsa annemin reaksiyonlarının salgılattığı hormonlara doğrudan temasım olan bir yerdeydim. Birader de 80 darbesinin olduğu yıl hayata gelmiş derken bizimkilerin çekmiş olabileceği sıkıntıları o yıllar hakkında okuyup araştırdıkca daha iyi tahmin edebiliyorum. Babamın sevgisini hissetmek kolaydı. İlk göz ağrıları olduğum için bana özel bir ilgileri vardı. Ya da en azından bana böyle hissettiriyorlardı. Sevimli ve olabildiğince akıllı uslu bir çocuktum. Sevecek tabi ki, şımartacak biraz da ancak sonrasını ne o tahmin edebilirdi ne ben bilebilirdim.Bizi her ne kadar bu dış etkenlerin yakıcı zulmünden koruyabilmiş olsalar da bu korunaklılık hali çok uzun süre devam edemedi. Benim annem Türk, babam Kürt’tür. Ben bu halimden çok memnunum çünkü bilinen bir gerçektir ki melezler hem daha güzel olurlar. Çeşitliliğin her türlü zenginliği ile donatılırız biz melezler. Ancak ırkcılar pek sevmez ve kötülerler melezleri. Türkiye’de Kürtlerle Türkler arasındaki çekişme çok yeni bir mevzu olmasa da işte o yıllarda yeniden had safhaya çıkmaya başlamıştı. Zaten 1980 darbesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt politikası akıl dışı bir yöne kaymaya başlayınca bizim pederin Kürt damarı iyiden iyiye tutmaya başladı. Adam haklı aslında. Kenan Evren ”Kürt diye bir etnik grup yoktur. Onlar dağ Türk’üdür. Yürürken ayaklarından çıkan kart kurt seslerinden dolayı Kürt denilmiştir.” gibi aslında kendisinden önce edilmiş sözleri tekrar eder (evet bu söz Kenan Evren’e ait değildir, o sadece ezberden tekrar etti), Kürtce diye bir dilin varlığını bile reddederdi. İş bu hale gelmişken benim peder ve nicesi bu tavıra karşı durma ihtiyacı hissettiler elbette. Çok iyi anımsıyorum, İstanbul Bostancı’da oturduğumuz yıllarda babam bir gece eve döndüğünde kendisini kapıda her zamanki gibi neşeyle karşıladığımızda yanında meymenetsiz tiplerle boynu bükük bir halde çıkmıştı karşımıza. Yanındaki insanlar sivil polisti ve evimizin altını üstüne getirerek birşeyler aramaya koyuldular. Babam barışcıl bir insan olduğu için silah vs gibi şeylere karşıydı. Sevmez ve bulundurmazdı. Ancak o dönem Türkiye devletinin silahtan daha çok korktuğu bir şey vardı ki bizim evde gani gani doluydu. Kitap! Babamın kitaplarını, evi tarumar ettikten sonra bir takım yazılı kağıtlar, kitaplar ve babamı da alıp götürdüler. Ben yanılmıyorsam 4-5 yaşlarımdaydım. Hemen her çocuk gibi babam benim idolümdü. Ancak o dönem yerlere göklere sığdıramayacağım bir sevgiyle bağlı olduğum babamı bizden kopardılar ve şimdi ‘bir hiç’ diyebileceğimiz sebeplerle uzun süre işkencehanelerde, hapislerde süründürdüler kendisini. Öyle bir dönemden bahsediyorum ki içeriye düşenden bir daha haber alınamaması doğal hale gelmiş. Bizimkiler ayaklandılar tabi ki, düştüler pederin peşine ki kimsesiz sanılmasın, ortadan kaybedilmesin diye. O dönemin jargonu ile ”kendisini karakolun penceresinden atarak intihar etmesin.”vs… Babam sanırım birinci ya da ikinci şubeye düştü ve uzun süre görüşemedik. İstanbul dışında, sanırım Muş’ta bir hapishaneye gönderilmeden önce (düşün hapishaneler nasıl dolu ki istanbul’da tutuklananı Muş’a gönderdiyorlar) beni bir an olsun görebilmesi için zorla izin koparıldı. Ancak polisler çok insanflıymış diye düşünmeyin, bizi babamla görüştürme sebepleri babamın imzalamasını istedikleri bir velaket ile ilgili. Beni o yaşımda iki dirhem bir çekirdek giydirip ikinci şube’ye götürdüler. Annemin kucağında türlü zorluklarla yığınla polisin içinden geçirilip yerin altına doğru indirmeye başladılar. Uzunca bir merdivenden aşağılara indikce ortam kararıyor, loş ışığın altında uzun bir koridorda insan inlemeleri, çığlıkları işitiliyordu. Her ikimizin de korkusu ziyadesiyle tahmin edersiniz. Gözleri bağlı, kanlı atletleri üzerlerinde kimisi yüzleri duvara dönük bekleyen, kimisi kolundan tutan polisle gözleri bağlı yürüyen insanların arasından geçirilip ufak, basık, havasız bir odaya getirildik. Odada bulunan koltukların deri kaplamasını ve masaların kahverengisini bile anımsıyorum. Az sonra kapı açıldı ve kapının dışında iki koluna polislerin girdiği gözleri bağlı babamı gördüm. Bitap haldeydi elbet. İşkence görüyordu, iyi beslenemiyordu. Odaya girdiklerinde babamın gözlerini açtılar ve ellerindeki kelepçeleri de…Uzun süredir göremediğim babam beni kucağına aldığında bu sahneye daha fazla dayanamayarak bayıldım. Yaşadığım travma o yaşımda kaldırabilmem için fazla dramatikti. O yaştaki bir çocuğa babası bu şekilde gösterilmemeli. Hayat çocuk yaşta bu şekilde yıkılmamalı kimsenin başına. Bayıldıktan sonrasını anımsayamıyorum. Bizimkilerin anlattığına göre… babam 1 hafta kesintisiz işkence görmüş. Bunun bir gününü benim adımı Kürtce koymuş olmasına ayırmışlar ve babama o gün zorla velkalet imzalatıp anneme verdirmişler. Adımı Murat olarak değiştirmeleri için. Babam ayrılma vakti geldiğinde anneme sarılırken kulağına ismimi değiştirmemesini fısıldamış. Annemin de elbet değiştireceği yok ya neyse artık, adım değişmedi elbet. Annemin söylediğine göre o günden itibaren bende gözle görülür değişiklikler belirmeye başlamış. O eski uslu, aklı başında sevimli çocuk gitmiş yerine an be an hırçınlaşan bir velet gelmiş. Bu sürecin izlerini hem Türkiye’de hem de Türkiyeli insanlarda halen gözlemlemek kolaylıkla mümkün olacaktır. Ben de şahsen hiç alakam olmayan meselelerden bu tip deneyimler vesilesi ile etkilenmiş oldum.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir