İlkokul öğretmenimin ”bir gün karşınıza çıkar bu soruyu sorarlar” diyerek vurguladığı konuları 36 yaşıma kadar kimsenin sormamış olmasına tepkiliyim. Böyle olacağını bilseydim zihnimi daha farklı konular ile işgal ederdim. * İslam peygamberi Muhammed’in kitabı Kuran’da Müslümanların inançsız kişilerle hiç bir iş ve alışverişte bulunulmaması emrediliyor. hmm… Peki o halde neden bir Ateist tarafından hayata geçirilen Windows işletim sistemini kullanıyorsunuz? * Tarihin Arka Odası’nda İstanbullu olmak ile ilgili çok hoş bir tespit yaptılar. ”İstanbullu olmak gidecek hiç bir yeri olmamak demektir. Arkadaşlarınız tatillerde memleketlerine giderken sizin gidecek bir yeriniz olmaz. Ancak Tatil diye Bodrum’a falan gidersiniz” * Moda fotoğrafcısı falan olup gününü gün etmek varken 3d model işine girip bütün gün bilgisayar başında oturmama neden olan kafamı kırasım var. Yeminle duvara var gücümle vurasım var! * Çekici, baştan çıkarıcı fakat arıza kadının yeni adı ”Errortik” * Mevlana’nın ‘Gitme İstemem’ adlı güzel bir şiiri var. Eğer şu dörtlüğe dikkat ederseniz Mevlana’nın yeryüzünün durduğunu, gökyüzünün döndüğünü sanmak gibi bir kusuru olduğuna tanık olabilirsiniz. Bu bilgisizliğini neye borçlu acaba? Her şeyi ”yaratan ve bilen” gönderdiği kitapta bu konuyu izah edemeyip bir de hatalı bilgiler verince Mevlana da doğayı anlamaktan uzak kalmış olsa gerek… İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme İstemem, ey ay, bensiz doğma. İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma Bensiz geçme, ey zaman, istemem. * Kafası az çok çalışan ve sebep sonuç ilişkilerini görebilen insan çevresindekileri hareketlerinin olası sonuçları hakkında uyarır. İşte bilgili, sebep sonuç ilişkilerini analiz edebilen insanın lanetlendiği o an yaklaşmaktadır. Uyarılarınızı dikkate almayan kişiler öngördüğünüz şekilde gerçeklşeşen olaylar silsilesinin ardından sizi ”Şom Ağızlı” olarak ilan ederler. ”Sen ihtimali dile getirmeseydin, tüm bu yaşananlar olmazdı!” manasında kullanırlar. Aynı insanlar nazar kavramına da inanırlar. Böylelikle öngörü sahibi olabilecek kadar zekası keskin kişi Şom Ağızlı ilan edilerek aslında lanetlenen ve aşağılanan yegane şey zekadır. Şom ağızlı tanımını kullananlar ise o parlak zekadan yoksundurlar. Bir teşekkürü, öngörüsü nedeniyle kişiyi takdiri fazla görür üstüne üstlük bu iğreti tanımı kullanmayı tercih ederler. * Yapabileceğimiz en iyi şey karnımızı doyuracak kadarına sahip olup geri kalan vaktimizde özgürce yaşamak dururken bize daha iyi ve uzun bir yaşam imkanı sunsun diye insan doğasını büsbütün değiştirdik ve hayatımıza kimi unsurlar kattık. Daha iyi organize olabilmemizi sağlasın diye aramızdan liderler seçtik, günü geldi o liderler toplumun en zengin ve despot kişilerine dönüşüverdiler. İlk işleri kendilerini soylu bizi ise soysuzlar olarak damgalamak oldu. Kişisel hırsları ve zenginlikleri uğruna nice insanın hayatını ellerinden alıp savaş meydanlarında kitlesel yok oluşlara sebep verdiler. En acı yanı ise bu kitlesel kıyımlar halen o liderlerin en büyük başarıları olarak adlandırılıyor. Birikimlerimizi, mülklerimizi korusun diyerek devletleri inşaa ettik, devletler ise ilk fırsatta kendilerini yaratan halklarını ezmek için ona saladığımız gücü yıkıcı bir şekilde bize yöneltti. Özel hayatımıza karışıp devlet mekanizmasının uygun gördüğü gibi düşünmeyenleri ortadan kaldırmaya gayret etti. Devlet kendisine sağladığımız vergi toplama hakkını dahi kötüye kullanarak elimizde avucumuzda ne varsa almayı ancak karşılığında bizlere pek bir hizmet sunmayışını dahi hak bildi. Teknolojiyi geliştirmek için hep beraber seferber olduk. Kah paramızı kah iş gücümüzü, kah sağlığımızı ortaya koyduk ve teknolojiyi hızla geliştirdik. Birileri çıktı evimizin tepesine baz istasyonu dikerek o teknoloji uğruna sağlığımızı riske atmayı kendilerine hak bildiler. Biz teknoloji hayatımızı güzelleştirsin, kolaylaştırsın isterken birileri aynı teknoloji ile silahlar üretip ”öteki” insanların canlarına, mallarına bu silahları kullanarak el koymayı en doğal hakları saydılar. Daha çok üretim ve gelişim için nüfusumuzu arttırdık. Ancak birileri çocuklarımızın hayatına ipotek koyarak onları askerleri haline getirmekte sakınca duymadılar. İnsan, hayatını güzelleştirmek için ne adım attıysa o güzele ulaşma arzusunu kötüye kullanmayı hak sayanların sayısı daha da arttı. Sonunda bizleri çöpler, betonlar içinde yaşayan zavallı köleler haline getirdiler. İhtiyacımız olan beslenmek, üremek ve mümkün olduğunda mutlu bir hayat sürmek olsa da hemen her birimiz mutlu olma hevesimizi sömüren güçlerin köleleri haline geldik. Mutluluk ise karşımıza pek nadir çıktı, kıymetini pek az bilebildik. * İzlediğiniz dizilerin yeni bir dinin görsel kitabının sayfaları olduğunun farkında mısınız? Dinlerin asıl amaçları asla ve asla sizi Cennete götürmek olmadı. Dinler devlet ve yargı mekanizmasının henüz oturmadığı, gelişmediği bir dönemde sağlıklı işleyen bir toplum düzeni kurmanın yollarından birisi olarak hayatımıza girdi. İçinde yaşadığımız devirde ise dinlere olan inanç ve sadakatin azaldığı günlerde insanlara ”iyi ve kötü” adını verdiğimiz aslında tek olan fakat çift görünen olguyu öğretmenin yeni bir yolu olarak diziler hayatımıza girdi. TV dizileri ile dinler arasında büyük benzerlikler gözlüyorum. Her ikisinin en büyük ortak özelliği getirileri olan maddi kazanç değil, sizlere iyi ve kötü karakterleri mübalağa tekniği ile sunarak hayatta kendinize bir rol seçmenizi kolaylaştırma gayesinde oluşlarıdır. Malum, insanlar hayatta başka insanları kendilerine rol örneği olarak seçerler. Bilhassa ergenlik döneminde bu oldukca yaygın bir davranış biçimidir. Peki ebeveynlerimiz gerçekten iyi bir rol örneği sayılabilirler mi? Yaşlının genç ile iletişiminin azaldığı ve aralarındaki anlayışın kıtlaştığı, ebeveynlerimizle geçirdiğimiz sürecin kısaldığı çağımızda hayat o denli hızlı gelişiyor ve değişiyor ki, sizden bir önceki kuşağın sizi bir çok konuda anlaması imkansız hale getirilmişken ve aile olgusu günden güne hayatımızdan çıkarken ebeveynleriniz örnek almanız için iyi örnekler olmaktan çıkıyor. Peki kimleri örnek alacaksınız? Misal 27 yaşında uyuşturucudan hayata gözlerini yummuş Rock yıldızlarını mı? Diziler bu noktada devreye giriyor ve dinlerin yaptıkları gibi bir toplum düzeni ve bireyler için örnek alınabilecek kişilikler yaratarak bizlere şekil vermeye çalışıyorlar. İşin bir diğer çekici yanı, dizi izlemek kutsal kitap okumaktan daha eğlenceli. Bir zamanlar insanlar vaftizci Yahya’yı, İsa’yı kendilerine örnek model alırken bu günlerde dizi karakterlerinin hayali yaşamlarını örnek almayı deniyorlar. Günü gelecek tüm bu diziler dağınık duran kutsal kitap sayfaları gibi bir araya getirilecek ve en sevilen dizi karakterleri kutsal birer kimlik kazanır ve hikayeleri nesilden nesile öğreti gibi anlatılırken kötü dizi karakterleri şeytanlar ve iblisler gibi anlatılarak insanların o tiplerin davranış biçimlerinden uzak durması istenecek. Aksini düşünüyorsan buyur şunu da düşün… M.S. 600 yılında yaşayan ve tüm evrenin kendisinin hatrına yaratıldığını, Ay’ı kimse görmeden ikiye böldüğünü iddia eden bir çılgının taşlara ve yapraklara, deri parçalarına aksettirilmiş sözleri bir araya getirilp dünya üzerinde Milyarlarca insan tarafından ölümüne doğru bulunup takip edilecek, dünya tarihinin bir kısmı da bu çılgının sözleri üzerine inşa olacak dense ve siz buna tanık olmasanız inanasınız gelir miydi? * İran sineması Türk sinemasını değil sadece geçmek, tur bindirmiş diyebilirim. İran sinemasından örnekler izleyecek olursanız bizim Türk sinemasında duyguları nasıl kaba saba ve abartı hallerde yaşadığımızı ve anlattığımızı anlama şansınız olacaktır. İran sinemasında duygular en yalın ve duru haliyle aktarılırken filmlerinde insana, hayata ve bölgeye dair bir çok unsur incelikle sunuyorlar. Filmleri izleyiciyi ne dinmek bilmeyen gözyaşlarına boğmayı ne de bağırta bağırta kahkaha atmayı hedefletiyor. Aksine kah içten gelen hafif bir tebessüm, kah içiniz burkularak ancak aşırıya kaçmayan bir duygusallıkla izlemenizi ister gibi çekiyorlar filmlerini. Bizde ise İran filmlerinde rastlayabileceğimiz denli dramatik olamayan senaryoları dahi öyle abartı bir üslupla anlatıyorlar ki, senaristin ve yönetmenin izleyiciyi ağlatmak için dramanın dozunu bile isteye kan kusturan bir seviyede tutmaya çalıştıkları aşikar. Komedi türüne gelirsek, Türk sinemasında ısrarla bir küfür üzerine kurulu espri anlayışı ile yüksek sesli kahkaha atmanızı sağlamak üzerine kurulu ve hızla klişe haline gelen üslup tercih ediliyor. İran filmlerinde karşılaşılan repliklerin nezaket kurallarına en gergin anlarda dahi uymaya dikkat etmesine benzer bir örnek ve Türk sinemasının 70’ler döneminden sonra neredeyse hiç görmedim. Bizde senli benli kaba bir konuşma üslubu tercih edilirken İran filmlerinde birbirinden hoşlanmayan ve hatta düşman karakterler dahi sizli bizli ve mesafeli, saygılı bir konuşma üslubundan asla vazgeçmiyorlar. Görünen o ki filmleri üzerinden değerlendirecek olsaydık İran halkının Türkiye halkına nazaran son derece terbiyeli ve ölçülü bir iletişim tarzını korudukları sonucuna rahatlıkla varabilirdik. İran filmleri topyekün nasıldır bilemiyorum. Ancak izlediğim hemen hiç bir örnek beni hayal kırıklığına uğratmadı. Gişe başarısı yapması planlanmadan çekildikleri oldukca aşikar. Bununla birlikte sık sık oyunculukla uzaktan yakından alakası olmayan sıradan insanların rol aldıkları filmler de başarı çıtasını düşürmemiş. Sadece İran filmleri mi, yıllar boyunca bir tek film çekilemeyen ve sinema endüstrisi Taiban tarafından çökertilen Afganistan’da uzun bir aradan sonra çekilen ilk film olan 2003 yapımı ‘Osama’ tam manasıyla insanı şoka uğratan bir güzelliğe sahip. Oyuncuların tamamı Afganistan sokaklarında dolaşarak bulunmuş ve her biri çok başarılı iş çıkarmış. İnsanı alıp o diyara taşıyabilen bir uçan halı gibi olmuş film. Henüz filmin başında kendisini fakirliğin, belirsizliğin ve kaosun hakim olduğu Afganistan sokaklarına sizi öyle bir bırakıyor ki, karakterlerin hissettikleri korkuyu ve tedirginliği siz de kemiklerinize kadar kolaylıkla hissedebiliyorsunuz. İran filmlerinden ise komedi isteyene Marmoulak (2004), Deneysel bir çalışma için oyuncu seçimlerini konu alan senaryosuyla Salaam Cinema (1995), Sosyal mesajlarla dolu olan Talaye Sorkh (2003), Bir aşk hikayesini anlatan Nun va Goldoon (1996), Yarı belgesel nitelikteki Kasi Az Gorbehaye Irani Khabar Nadareh (2009) Dramanın en güzel örneklerinden sayılabilecek Safar e Ghandehar (2001) -ki bu filmde mayınlar yüzünden bacaklarını kaybetmiş Afgan erkeklerinin helikopterle bulundukları bölgeye paraşütle atılan takma bacakların peşinden sekerek koştukları sahne yıkıcı bir etkiye sahipRoozi Ke Zan Shodam (2000) ise her sahnesi özgürlüğü anımsatan semboller ve imgelerle dolu olan, insanı kolaylıkla etkisi altına alıp ekranın başına kilitleyen, birbiri ile çakışan ancak bağımsız hikayelerden oluşan bir harikalar diyarı. Bilhassa bisiklete binen kızın hikayesi iç paralayıcı olsa da öyle güzel anlatışmış ki dramı vıcık vıcık bir hale getirilmemiş. İnsanı sık sık düşünmeye sevk eden bir anlatım biçimine sahip. Alefbay-e Afghan (2002) ise ölçüsü kaçmış İslam’ın bireyler ve toplumlar üzerinde nasıl da yıkıcı bir etkiye sahip olabildiğinin güzel örneklerinden birisi. Aslına bakarsanız bu filmlerin hemen hepsi özünde inancın bireysel hak ve özgürlükleri nasıl da ayaklar altına alabildiğini ve insanların hayatlarını cıkmaza sokabildiğini anlatmak gibi ortak bir özelliğe sahip. Burada saydıklarım ve sayamadığım nice İran yapımı film insana Sinema adlı sanatın aslında ne şekilde icra edilirse izleyiciye faydalı ve öğretici olabileceğini unutmamış yönetmenlerin ve insanların halen süregelen varlıklarının ispatı gibi olmuş. Beni benden alıyorlar. * Sanal dünya sanal olması ile küçümseniyor. Halbuki durum farklı… Facebook’tan önce insanlar birbirlerini tanıdıklarını sanıyorlardıysa da hepimizin ne mal olduğu bu mecrada ortaya çıktı. * Her yağmurda büyük şehirlerini sel götüren, su basan ülkenin ahalisinin aklına şu soruyu sormak gelmiyor. Büyük şehirlerin dahi altyapısı bu denli ihmal edilmişken ödenen onca vergi nereye gidiyor? Ben size söyleyeyim, Güneydoğu’da Kürt’e bomba atılsın, Yunan uçakları ile it dalaşı yapılsın, Lübnan’da Suriye’de iktidar devrilsin gibi oldukca ‘mühim’ meselelere harcanıyor paralarınız. Size de taşan lağım sularının içinde sekerek işe ve eve gitme şansı doğuyor böylece. Bokun içinde sürdürdüğün hayatın tamamen senin suçun. Seni yönetenler basiretsiz, ahlaksız, hırsız, aptal olabilir. Fakat asıl suçlu tüm bu unsurları bünyesinde barındıran insanları yıllar boyunca iktidarlarda tutup su basan şehrinin bile hesabını sormaktan korkacak denli bu insanları başının tacı yapan halktadır. Düşman işgalinden kurtardın, onca emperyalistle boğuştun da aldın ülkeni… Fakat yağmurla taşan lağım suyundan, bir de seni o lağım suyu içinde yaşamaya mahkum edenlerden kurtaramadın be yavrum ülkeyi. * Türklerin yaptığı tüm animasyon filmlerinin ”İlk Türk Animasyon Filmi” olması mucize değildir de nedir? * Gelin şunu kabul edelim, olası bir Zombie saldırısında önce biraz korksak da sonra çok eğleniriz. Ortalık kafalarını patlatmamız için bekleyen sayısız zombi ile dolacak ve bunların bir kısmı gerçekten gıcık olduğumuz tipler olacaktır. Üstüne üstlük bunların kafasını patlatınca sizi suçlayacak bir mercii de olmayacak. Aksine, olsa olsa üstün gayretiniz için madalya takarlar. İnsan daha ne ister? * İstiklal caddesi her daim elinde gitar ile Tünel’den Taksim’e doğru ilerleyen gençler ile doluyken bu ülkeden dünya çapında ün salmış gitarist çıkmıyorsa sebebi ‘Gitar sesinden rahatsız olan komşu’dan başka kimse değildir. Apartmanların duvarlarını daha kalın yapsınlar tüm dünyaya gitarist ihraç edelim. * Süleyman dedesi Mehmet kadar zeki değilmiş belli ki, Fatih veba salgınında İstanbul’a uğramaz, insandan insana geçtiğini bilirerek çekingen davranırken Süleyman ”Allah’ın oklarından kimse kaçamaz” diyerek Saray değiştirmeyi gerek görmüyor. Dizi icabı değil, gerçek hayatta da bu aynen böyle olmuş. Süleyman iyi bu cahil kafayla hayatta kalmayı başarmış. * Binlerce yıl önce yaşamış bir Kral ”Savaşların galibi yoktur, her iki taraf da klaybeder” diyerek güzel bir söz etmiş. Türkiye’nin PKK ile savaşında galip yok, galip gelinebilecek bir savaş türü de değildi hani. Fakat en büyük kayıbı kim yaşadı diye sorarsak Türkiye Cumhuriyeti bu savaşın en büyük kayıplarını yaşayan taraf oldu. Hem evlatlarını kaybetti, hem itibarını, huzurunu, parasını… Kürtleri asimile edip Türk yapacağız sevdası ile başlatılan bu savaşta Türkiye Cumhuriyeti varını yoğunu kaybetmesine rağmen eline hemen hiç bir şey geçmedi, üstüne üstlük milliyetci duygulardan uzak yaşayan Kürtleri ulus olma zihniyetine yönlendirdi. Lozan öncesinde Türkiye çatısı altında yaşamak istediklerini söyleyen Kürtlerin bu samimiyeti ile yetinememenin sonucunda Kürtleri ayrı bir yaşam kurma sevdasına kendi eliyle yönlendiren politikaları ile Kürtlerle olan ilişkisine balta vurmakla kalmadı, uzun süre kendi kabuğuna çekili halde yaşayan ülkesinin ordusunu, askerini bu savaş bahanesi ile yönetime resmen ortak etti. Sonunda öyle bir hale gelindi ki, devletin kurumları askerin akılsız politikaları nedeniyle işlevsiz kalmaya başladı. Göstermelik seçimler ile kukla başbakanlar seçtiğimiz bir demokrasi oyunu oynamaktan öteye gitmedik. Bu savaşın tarafları çok şey kaybetti, fakat kazançlı çıkan sonunda resmiyet kazanan PKK oldu. Unutulur sandığımız Apo neredeyse ülkeyi yönetir hale geldi. Bir ülke dolusu insanın ve bölgenin kaderi Apo’nun iki dudağı arasından çıkacak sözlere kaldı. Bir de geriye içi hamasi duygularla dolu, akıl sağlığından ve psikolojisinden şüphe duyduğumuz 76 milyon insan kaldı. * Öyle bir anlatıyorlar ki duyan da ‘cahiliye devri’ öncesinde tüm dünya toplumları kızları diri diri toprağa gömüyorlardı sanır. Lan salak! 3-5 Kureyşinin yaptığı hayvanlığı neden tüm dünyanın suçu gibi anlatıyorsun? ya da bir Türk olarak seni geren nedir yani? Türkler hangi devirde kızlarını gömmüş ki İslam sonrası bu ayıptan kurtulmuş gibi seviniyorsunuz? Kızı diri diri toprağa gömmek bir yana,yaşarlarken kara çarşafın içine gömmeye devam etmek nedir? Sen asıl bu ayıptan nasıl kurtulacaksın onu düşün. * Matrix adlı film ilk vizyona girdiğinde çok orijinal bir fikir gibi algılanmıştı. Halbuse biz doğma büyüme Matrix’liyiz. Türkiye’de ‘hayat’ adı altında gerçek hayatın ancak kötü bir yansıması olabilecek bir yaşam simulasyonunun içerisinde yaşar gibi yapıyoruz. * Her nasıl ki insanların sosyal yaşantısı içerisinde zengin ve fakir ayrımı mevcut. Doğal yaşamda hayvanlar arasında da benzer bir ayrım söz konusu. İri hayvanların hayatlarında daha az stres varken minicik hayvanların doğal düşmanları daha fazla ve hayatta kalma konusunda daha baskın bir stres altındalar. küçük hayvancıklar fakirler, büyük hayvanlar ise zenginler gibiler. * İnsanlarda ”Ünlüler ölmez” yönünde genel bir kanı oluşmuş durumda. Ünlü birisi öldüyse ya öldürülmüştür ya da ölmemiş, pılını pırtını toplayıp kimsenin kendisini tanıyamayacağı bir yere yerleşip kafasını dinlemektedir. Bu sebeple ne Elvis öldü, ne de MJ. Özal bile ölmedi, zehirlenip öldürüldü. Yoksa bir kaç bin yıl yaşardı en azından. * 1 Mayıs’ta türlü bahanelerle halkın Taksim’e çıkmasını şiddet kullanarak engelleyenler konu Galatasaray’ın şampiyonluğu olunca Taksim’e bir kırmızı halı sermedikleri kalıyor. Görmek lazım, bunların derdi Taksim’in inşaat halinde olması değil. Bunların derdi halkın siyasi tavrını engellemek. * Hani sigara paketlerinin üzerinde uyarı yazıları var ya… kaçınız satın aldığı pakette ne yazdığına dikkat ediyor bilmiyorum fakat, misal aile ortamına giriyor paketi ortaya atıyorsun. Üzerinde ”iktidarsızlık yapar” yazıyor. İktidarsızlık ne demek hemen herkes biliyor malum. aile eşrafı içinde çoluk çocuk kadın, ortada koca harflerle yazılmış bir ”İKTİDARSIZlık yapabilü’ yazısı… aynı şey iş görüşmesinde de geçerli. sigara içilen ortamda yapılan toplantıda paketi ortaya koyarsan, ya da bir kızla ilk defa buluşmuşsun ve masaya çıkardığın paketin üzerinde ‘iktidarsız’ yazıyorsa… komik yani. * Nihat Genç güzel bir noktaya değinmiş, işte dindar iktidarların olayı bu kadar diye özetlemiş… Türkiye de İsrail de tarihi boyunca gördüğü en dindar ve muhafazakar partilerin başa geldiği iktidar dönemleri yaşıyorlar ve sonuç ortada. Orta Doğu bu dindar muhafazakarların elinde kan gölüne döndü. Dindarların olayı bundan fazla değil, bunlar kavgacı, bunlar dünyaya ya da ait oldukları topluma barış getirebilecek en son kişiler. Bunların inanç dedikleri şey zaten savaş üzerine kurulu bir ideoloji. Bu sebeple ülkelerin kurtuluşları Laik yönetim düzenlerindedir. Biri Yahudi, ötekisi İslamcı el ele vermişler sağı solu bombalıyorlar… İslamcı olan inandığı dini güzel ahlak, bol anlayış, efendilik olarak tanımlar fakat bakarsın ülkesinde her türlü baskıyla terör estiren bir diktatöre dönüşmüştür, tüm yakınlarıyla, adamlarıyla birlikte memleketi soyup soğana çevirirken komşusunun ülkesine terör saldırları düzenleyecek ekipleri beslerler. Kendi ülkelerine sahta saldırılar düzenletip savaş çığırtkanlığı yaparken basına her türlü sansürü dayatırlar. Dindar hükümetlerin becerisi bu kadar. Bizi ancak daha büyük kavgaların ve savaşların içine sürüklerler. Bunların kapasitesi bu kadar. Bu sebeple dinlerinden de ideolojilerinden de nefret etmek ve ülke yönetiminden uzak durmalarını istemek boynumuzun borcu. * Türkiye’de yaşamakta olan Müslüman ahali, gel şu denklemi farklı kur… İktidar partisi CHP olsaydı ve İsrail ile el ele verip Suriye’de 100bin müslümanın ölümüne neden olsalardı Türkiye’de yaşayan Müslümanlar sokağa dökülür müydü, dökülmezler miydi? Peki AKP İsrail ile el ele verip aynı işi yaparken sizin susmanıza neden olan nedir? * Home adlı bir belgesel var, Türkçe adı ‘Yuva’ … dünyada şu anda her dört kişiden birisinin 6000 yıl öncesinin şartlarında ve teknolojisiyle yaşadığını söylüyor. Biz halen Uzay çağında, bilgisayar çağında yaşadığımızı düşünerek hoyratca tüketirken bizim kirlettiğimiz doğa ilk başta doğayla halen iç içe yaşayan kitleye zarar veriyor. Fakiri daha da fakirleştiriyoruz. Köpek dahi yiyebileceğinden fazla kemik bulduğunda sonra kullanmak üzere toprağa gömerek saklarken biz bir köpek kadar dahi bilince sahip olamadık. Tek bildiğimiz tüketmek ve yok etmek. Kendisini tanrının en büyük yaratısı olarak düşünenlerin görmesi gereken bizlerin bu dünyanın başına gelmiş en kötü şey olduğumuz gerçeğidir. * İnsan, kendisinin er ya da geç öleceği ve birilerinin doğup büyüyerek yaşamaya devam edeceği konusunda o denli kıskanç ve kabullenemez bir duygu içerisinde ki… dünyayı kendisinden sonra yaşayacaklar için çekilmez bir yer haline getirmek için özel bir gayret sarf ederek gelecek nesillerine dair olumsuz hislerini ifade ediyor. * İstihbarat zaafiyeti yokmuş, MİT ile Emniyet arasında bir kopukluk olmuş… biri istihbarat diğerisi emniyet birimi değil Modem sanki. bağlanamamışlar birbirlerine, bağlantıları kopunca da bomba yüklü kamyonlar sağda solda patlıyor. özürü de şey… ”aramızda bir kopukluk oldu” * Sabah 8’de uyanıp yeni bir gün başladı diyorsun… Halbuse, gün 8 saat önce henüz gece yarısıyken başladı. Gün sen uyanınca başlamıyor, aksine bir çoğumuz günün ilk saatlerinde uyumaya başlıyoruz. İnsanlar hemen her yeni güne uyuyarak başlıyorlar, uyanarak değil. Kısacası, gün mesai saatiyle başlamıyor. * Sağlıklı yaşamak hoş bir şey elbet fakat altı üstü 80 yıllık bir ömür için o sıkıntıya katlanmaya değer mi emin olamıyorum. Hani sağlıklı yaşayınca 500 sene hayatta kalabilen canlılar olsak her türlü sıkıntı göğüslenir. Fakat, 80 yıl nedir? * Giyiminden beslenmene, sosyal yaşantından cinsel yaşantına, tüm hayatını ipotek altına aldırmanın mükafatı; bir kaç huri ve çeşmelerden akan bedava sonsuz miktarda şarap. Değer mi bilemedim? * Kedilerin insanlar ile kurdukları ilişkinin tarihsel geçmişinde fare yakalama kadrosunu doldurmaları vesilesi ile gerçekleşmiştir. Modern yaşamda kedilerin bu tip hizmetlerine ihtiyacımız kalmamış olsa da kendilerine baktırmaya devam edebiliyor oluşları kedilerin birer pazarlama dehası olduklarını gösterir. Hiç bir işimizi görmemeleri ve keyiflerince davranmalarına rağmen bir çoğunu ömür boyu işsizlik maaşına ve en alasından bakım hizmetine bağlamış gibiyiz. * Ne sindirildik ama… En büyük olaya dahi tepkimiz 1-2 gün sürüyor. Tedirgin olunca huysuzlanan ve bir kenara toplaşıp homurdanan, ardından çiftçi sopasıyla çıkıp kendisini gösterdiğinde ürküp hiç bir şey olmamış gibi yeniden normal hayatına dönen çiftlik hayvanlarından farkımız kalmadı. * Bence biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bundan böyle Facebook, Twitter ve benzeri mecralarda ”MEEEE” , ”Möööö” şeklinde entryler yazalım. Zira dikkat ettim bize çok yakışır. * Televizyon gibi müthiş bir icadı kitlesel bir kültürel gelişim için değil de moronluk seviyesinde bir eğlence anlayışı için kullanıyor oluşumuz?

Arzach Mills – Beş Çayı
PDF Kitap İndir |