Kitaplarımı, daha doğrusu çevirilerimi okuyanlar bilir. Genellikle çevirdiğim kitaplara uzun önsözler, tanıtma veya takdim yazıları yazarım. Ancak bu kitaba nasıl bir önsöz yazacağımı, hatta yazıp yazamayacağımı uzun zamandan beri düşünmekteydim. Bunun nedeni onun hakkında yazacak fazla bir şeyim olmaması değildi, tersine çok şeyin olmasıydı. Ancak bu da doğru bir şey olmayacaktı; çünkü kitaba zaten iki ünlü isim tarafından bir önsöz yazılmıştı. Öte yandan içinde yazarın fikirlerini yeniden anlatacağım ve değerlendireceğim uzun, ayrıntılı bir önsöz de doğrusu usule uygun bulduğum bir şey değildi, hatta dahası gereksiz bulduğum bir şeydi. Ama kitabın son tashihi önüme gelince dayanamayıp, kısa tutmak koşuluyla, gene de bir şeyler yazmamın, görevim olduğuna karar verdim Mezghani’yi, bu kitabını okumadan ve ondan çok etkilenerek çevirmeye girişmemden önce tanımıyordum. Şimdi de fazla tanıdığım söylenemez. Ama bu kitapta ele aldığı konuları biliyorum, daha doğrusu onlarla ilgileniyorum; onlar benim de bütün meslek hayatım boyunca üzerinde durduğum, düşündüğüm konular. Hatta bütün Müslüman aydınların şu veya bu şekilde iki yüzyıldan beri üzerinde düşündükleri, tartıştıkları ana meseleler: Kısaca modernleşme ile İslam dünyası, Müslüman toplumları arasındaki ilişkiler meselesi. Mezghani tarafından ele alınan bütün bu konular üzerinde büyük ölçüde onun gibi düşündüğümü itiraf ederim. Gerek bu eserden gerekse hakkında yaptığım araştırmadan öğrendiğim bilgi, Mezghani’nin köken olarak Tunuslu olduğu ve şimdilerde Paris Sorbonne-IV. Üniversitesi’nde İslam hukuku alanında dersler verdiği. Bu arada onun başka, bazı çalışmalarının, özellikle kimlikler üzerinde enteresan bir ad taşıyan bir eserinin olduğunu da öğreniyoruz. Tunus, galiba Arap ülkeleri arasında özel bir yeri olan özel bir ülke. Atatürk’ün ülkemizde yaptığı devrimlere benzer bazı uygulamaları -kitapta bu uygulamalar, özellikle Anayasa ve Medeni Kanunla ilgili olarak Tunus’un diğer Arap ülkeleri arasındaki özel durumu ve konumuyla ilgili bolca bilgi var- Tunus’ta yapma yönündeki teşebbüsleriyle ilgili olarak Habib Burgiba’yı ve onun girişimlerini hepimiz bildiğimiz gibi, son Arap Baharı olaylarında Arap halkının özellikle Arap gençliğinin fedakarlıklarının, kahramanlıklarının en azından şimdilik Tunus’ta barışçıl ve mutlu bir sona ulaştığını da biliyoruz. Bu önsözü yazdığım sıralarda Tunus halkı gerek yeni anayasalarını oylama, gerekse seçimlerde kazanan partiye (laikliğin taraftarı olan bir partiye) iktidarı barışçıl bir biçimde devretme başarısını göstermiş bulunuyor. Bu arada Tunusluların bizden bile önce İslam dünyasında Batı tarzı yazılı bir Anayasa’yı kabul eden ilk Müslüman topluluk olduğunu yine kitaptan öğreniyoruz. Bundan bu günlerde kendi ülkemle ilgili olarak çok mutlu duygular içinde olmadığım yönünde bir sonuç çıkarırsanız, doğru yöndesiniz derim. Mezghani’nin bu eseri her biri diğeri kadar değerli çok sayıda tezle, gözlemle, öneriyle dolu. Bunlar, genel olarak İslam’la, İslam tarihiyle, İslam felsefesi ve teolojisiyle, daha özel olarak İslam hukuku, İslam hukukunun tarihsel gelişmesi, kaynakları, değerlendirilmesiyle, Batı hukuku, Batı siyaset felsefesi, çağdaş Arap devletlerinin ortaya çıkışı ve gelişmesiyle, nihayet çağdaş Arap ülkelerindeki hukuk teorisi ve uygulamalarıyla ilgi bilgi, gözlem ve değerlendirmelerden oluşuyor. Fakat enteresan bir şey, Mezghani Türkiye hakkında hemen hemen hiçbir şey söylemiyor. Hiçbir gözlemde bulunmuyor. Ama haksızlık etmemek için ilave etmeliyim ki diğer Arap olmayan Müslüman devletler, toplumlar, örneğin İran, Pakistan, Malezya vb. hakkında da bir şey söylemiyor. İnsan bu diğer Müslüman ülkeler ve onlardaki uygulamaları en azından bir karşılaştırma unsuru olarak alıp yazarın onlar hakkında da bir şeyler söylemesini bekliyor. Ama Mezghani muhtemelen kendisine çizdiği araştırmanın dar sınırları içinde kalmak için bunu yapmıyor olsa gerek. Sözünü ettiğim bu son derecede zengin, ilginç, çarpıcı gözlem ve düşünceleri üzerinde ayrıntılı olarak durmamın ne bir anlamı var, ne de imkanı. Çünkü eseri okuyacak okuyucu zaten onları, sahibi tarafından en iyi bir biçimde ifade edilmiş olarak önünde bulacaktır. Ben sadece kendimce en önemli gördüğüm birkaç tanesi üzerine dikkati çekmemin yararlı olacağını düşünüyorum. Mezghani’nin bu kitabının ana konusu, onun alt başlığının işaret ettiği gibi, esas olarak Arap ülkelerinde hukukun bugünkü durumu ve bunun tarihsel nedenleri. Ana tezi ise kitabın ana başlığının işaret ettiği gibi çağdaş Arap ülkelerinde devletin, bildiğimiz anlamda çağdaş devletin henüz tam olarak var olmayışı, çünkü henüz tam olarak ortaya çıkmamış olduğu. Mezghani’ye göre günümüzdeki Arap devletleri dış görünüşleri itibariyle sanki birer devlet gibi görünüyorlar, bir devleti devlet yapan çok sayıda unsura (marşa, bayrağa, milli takımlara, hatta ordulara, meclislere vb) sahipler. Ama yine de devlet değiller, çünkü kendi hukuklarına sahip değiller. Mezghani’nin bununla kastettiği onların genel olarak “hukuk devleti” teriminde kastedilen anlamda çağdaş hukuk devletinin normlarına sahip olmamaları, yani hukuku ciddiye almamaları veya kendilerini çağdaş hukuk normlarıyla, değerleriyle tanımlamamaları, bağlamamaları değil, bundan daha vahim bir şey: Hukuku kendi yetki alanlarının dışında tutmaları. Geçmişteki diğer Müslüman devletler, bu arada Arap devletler gibi onların da hukukun devletin, siyasetin dışındaki bazı kurumlar, gruplar, kısaca din adamları sınıfı tarafından üretilmesine ve uygulanmasına izin vermeleri. Mezghani’ye göre günümüzün Suudi Arabistan’ının durumu aşağı yukarı geçmişteki ve bugünkü bütün Müslüman Arap devletlerinin durumunun aynıdır: Siyasi iktidarın normativite alanını, hukuk alanını din adamlarının etkisine ve yetkisine teslim etmesi ve din adamları sınıfının da buna karşılık siyasetçinin siyasi iktidarından herhangi bir pay almaktan vazgeçmesi. Mezghani bu olayın nedeni veya suçlusu olarak özel olarak Arap veya Müslüman yöneticileri görmemektedir. O sorumlu olarak bir suçlu aramaksızın şu tespiti yapmaktadır: Her toplumu toplum yapan hukuk olduğu gibi hukuku da hukuk yapan toplumun kendisidir. Yani hukukun tek ve asli sahibi, öznesi, üreticisi toplumdur ve bir toplumun kendisi kendi hukukunu yapmadıkça, hukukunu yapmaya ihtiyaç duymadıkça, hukuk istemedikçe hukuk devleti meydana gelmez. Hatta bırakın hukuk devletini, çağdaş Arap devletlerinde olduğu gibi, devletin kendisi de devlet olarak meydana gelmez. Böylece çağdaş Arap devletleri, Mezghani için kitabın adının da gösterdiği gibi “tamamlanmamış devlet”lerdir, eksik devletlerdir. Bundan dolayı da çağdaş bir devletin görevi olan temel şeyleri yapmaktan acizdirler. Mezghani toplum, hukuk ve devlet arasında, ayrıntılarını kitapta göreceğimiz şöyle bir ilişki kuruyor: İnsanın, insanlaşması sürecinde hukuk dinden önce gelir. Dini olmayan bir toplumun mümkün olmasına veya düşünülebilir olmasına karşılık, hukuku olmayan bir toplum yoktur. Hukuk ise sö zünü ettiğimiz toplumu ancak devlet aracılığıyla kurar. Çünkü hukukun konusu olan şey insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerdir ve hukuk bu ilişkilerin güvenli bir biçimde cereyan etmesi için konuyla ilgili olmayan, tarafsız ve fiili karşı konulmaz olması gereken üçüncü bir tarafın müdahalesini gerektirir. Bu üçüncü taraf işte devlettir. Hukukun amacı, faydası, varlık nedeni nedir? Mezghani için bunun cevabı açıktır. İnsan, Nazım Hikmet’in ünlü sözüyle “hem bir ağaç gibi tek ve hür olmak, hem bir orman gibi bir toplum içinde var olmak, yani güvenlik içinde olmak” ister (Benzetme benim, yoksa Mezghani Nazım’dan falan söz etmiyor). O halde hukukun Tanrı ile bir ilgisi yoktur. Çünkü Tanrı, ne şekilde ifade edersek edelim, iki insan arasındaki ilişkide, yani toplumsal ilişkide üçüncü bir taraf değildir. “Adalet önüne çıkarılabilir iki insan karşılıklı ilişkilerine ilaveten tanrısal bir varlıkla ilişki içinde olduklarını düşündükleri zaman artık hukuki bir ilişki içinde değildirler. İbadet, insanın, kendisi aracılığıyla Tanrı’yla temas içine girdiği bir durumdur ve o, grup halinde yapılsa bile, insanın her zaman onunla kendisini diğerlerinden ayırdığı bir fiil olarak kalır. Dinde aslında toplumsal karşılıklı ilişkiler yoktur. Tanrı’nın dışında kendi üzerine kapanmış tek bir varlık vardır”. Böylece iki fenomen, yani hukuk ve din, Mezghani’ye göre, birbirinin karşıtıdır, daha doğrusu birbirinden tamamen ayrıdır. Oysa İslam dünyasında hukuku veren Tanrı olduğu gibi, iki insan arasındaki ihtilafta anlaşmazlığa müdahale eden de yine Tanrı’dır. Ama Tanrı bu durumda yasaların ihlal edilişini, kendi emirlerine bir karşı çıkış olarak alacaktır. Bu onun hukuken bir suç olarak nitelendirilmesi gereken şeyleri dinsel bakımdan günah olarak cezalandırmasına yol açacaktır. İyi de, günahların cezalandırılma yeri bu dünya değil, gelecekteki dünyadır. Bunun çok sayıda sonuçlarından biri, burada işlenen suçu öbür dünyada mahkemeyi kübra’ya havale etmek olacaktır ki, bunun ne anlama geldiğini, son zamanlarda tanıklık ettiğimiz olaylar vesilesiyle gayet iyi biliyoruz. Mezghani diğer toplumlarda olduğu gibi Arap ve Müslüman toplumlarda da başlangıçta ve uzunca bir süre hukukun dinle bir arada bulunduğunu, sadece hukukun değil onun yanında siyaset ve ahlakın da dinden bağımsız, özerk bir varlığa sahip olmadığını, kurumsallaşmadığım şüphesiz bilmekte ve anlamaktadır. Bununla birlikte Mezghani, daha İÖ. 5. yüzyılda Aiskhylos’un Orestie üçlemesinde gördüğümüz gibi, Yunanlıların, özel olarak Atinalıların hukuku dinden, gelenekten, kısastan, kişisel intikamdan kurtararak siteye bağlamalarına, zamanla diğer toplumların, örneğin Romalıların da bu gelişmeyi izlemelerine, modern çağla birlikte bu ayrılmaların ve özerk alanların (ahlakın, siyasetin, hukukun) dinden bağımsızlaşmasının evrensel bir olgu haline gelmesine karşılık, Arap toplumlarının bunun dışında kalmayı seçerek tarihi, zamanı, birikimi, değişmeyi, kısaca modernliğin temelinde bulunan her şeyi reddederek gelenekselliği, geleneksel normativiteyi devam ettirmek ve hukuku yer yüzüne indirmeye, insanlara, topluma devlete vermeye veya yeniden vermeye karşı güçlü bir biçimde direndiğini düşünmektedir. Mezghani’ye göre Müslüman toplumları hukuka sahip olmadıkları gibi uzun bir süreden beri, en azından Miladi 11. yüzyıldan bu yana başka birçok şeye de hakim değildirler. Arap toplumları özellikle böyledir. Onlar ne zamana, ne mekana, ne tarihe, yani değişmeye, gelişmeye, insanın biriken tecrübesine hakimdirler. Çünkü bunların varlığını kabul etmemektedirler. Onlar için dünya sanki kendi üzerine kapanmış bir ezelilik, bir değişmezlik dünyası olarak varlığını sürdürmektedir ve onun böyle olması gerekir. Bu dünyada değişme yoktur, birikim yoktur, gelişme yoktur, kısaca tarih yoktur, her şey değişmeyen bir andır. Bir “elesti bi rabbikum” anıdır. Ne var ki içinde yaşadığımız dünya, epeyi zamandan beri böyle bir dünya değildir. Hele çağdaş dünya hiç böyle bir yer değildir. Mezghani için “çağdaşlık ne bir varlık koşulu, ne bir varlık biçimidir. O, varlığın, hayatın ta kendisidir”. Dolayısıyla Arap toplumları da artık değişmek zorundadır; zamana, tarihe, değişmeye girmek zorundadırlar Ama bunu nasıl yapacaklarını veya neyle yapacaklarını bilmemektedirler. Bunu, henüz bir toplum olmadıklarına göre, toplumla yapamayacaklardır, dolayısıyla onu çağdaş dünyaya girmelerine kendilerini zorlayan, ona girmelerinin nedeni, daha doğrusu vesilesi olan devletle yapacaklardır. Bu kitapta bu ana problematiğin ve temanın dışında bulunan daha çok şey var. Esas problemi gelenekle modernleşme arasındaki ilişkiler olduğundan yazar bu mesele içine giren bireylerin ve toplulukların kimliği gibi başka bazı önemli konuları da ele almakta ve bu alanlardaki güçlü birikiminden, sağlam sezgisinden, sağduyuya dayanan yaklaşım biçiminden kaynaklanan çok sayıda gözlemini, bilgisini, önerisini bize aktarmaktadır. Sözlerime son vermeden önce bir de bir duygumdan bahsetmek istiyorum. Bugüne kadar felsefe, din, ahlak, tarih, çağdaşlık vb. gibi çok sayıda kültürel alanlar ve problemler üzerinde düşündüğüm gibi, ilgi alanım içinde olan bu konularla ilgili çok sayıda eser de çevirdim. Ama itiraf ederim ki nedense hukuk üzerinde fazla düşünmemiştim. Bunun bir nedeni hukukun çok teknik, özel bir uzmanlık konusu olduğunu düşünmem ise diğer bir nedeni ise galiba bütün dünyada hukukçuların hukuk konuları üzerinde özel olarak benim akıl yürütmeme ihtiyaç göstermeyecek ölçüde kendi alanlarının bilgisine, bilincine, daha da önemlisi değerine, ahlakına sahip olduklarına ilişkin zihnimin veya ruhumun gerisinde bir yerlerde yattığını nedense şimdi fark ettiğim, doğru olmayan bir inancımdı. Ama sağ olsunlar, hukukçular veya onların en azından bir bölümü bu yanlış duygumu da ortadan kaldırma konusunda yardımlarını esirgemediler. Ülkemizde cereyan eden son olaylar vesilesiyle dünyada düşündüğüm, düşünebileceğim en önemli meslek olduğuna kesinlikle inandığım hukukun bile son derecede değersiz amaçlar uğruna kullanıldığını görmek gerçekten beni çok yaralamıştır. Bu çevirinin hukuka, adalete hakkı olan üstün değerinin, en üstün değerin verilmesi ve onun her şeyin üstünde tutulması konusunda bireysel, küçücük bir katkım olmasını isterim.

Ali Mezghani – Tamamlanmamış Devlet – Arap Ülkelerinde Hukuk Sorunu
PDF Kitap İndir |