Pearl S. Buck – Bu Magrur Kalp

Bu Mağrur Kalp “Suzan Gaylord evleniyor, gelin oluyor!” Bu kelimeleri, sanki biri söylüyor, sanki etraflarını kuşatan her şey; “Serserinin Ormanındaki” bütün ağaçlar, Mark’la beraber biraz öte yanında durdukları karaağaç dalındaki kuş bile, tekrarlıyor-muş gibi apaçık duydu. İlkbaharın aceleci küçük bir cırcır böceği hep böyle diyerek ötüyor, Mark’m candan, derin sesi de, kendini küçümseyen bir mânaya bürünerek: “Suzan, acaba beni ister misin, benimle evlenebilir misin?” diye soruyordu. Mark’m hanidir tasarlayıp durduğu günün saatin; “bugün”, “bu saat” olduğunu pekâlâ bilmişti: Komşu çiftliklerin birinden kalkıp, koca boyu, utangaç, çocuk haliyle sıkıla bozara mektebe, beşinci sınıfa geldiği günlerden beri tanıdığı bu insanın, öyle umulmadık, beklenmedik şeyler yapacak bir yaradılışı yoktu. Yıllarca, Suzan daima neşe içinde güle söyleye, öteki ise daima aynı çekingen hali, iri boyu ile, kalabalıktan uzak, bir kenardan kızı gözleye kollaya, birbirlerine okuldaşlık etmişlerdi. Onun kendine göz koymuş olduğunu Suzan daha ilk günden farketmişti. Başını arkaya atarak: “Evlenmek istiyorum, hem seninle evlenmek istiyorum,” dedi. Erkek titriyordu. Suzan, omuzlarının üstünde duran kocaman ellerin titrediğini hissediyordu. Olan olmuştu işte. Evlenecekti. Üstelik yapmak istediği birçok şeylerin içinde, evlenmek “gelin olmak”, en başta gelendi. 6 BU MAĞRUR KALP Erkek, onu kendine doğru çekti. Bu kemikli, geniş, iri vücudun hiç alışılmamış sıkışını duydu. Birçok kızlar gibi öyle zayıf, çelimsiz, ufak tefek değildi. Ama erkeğin kolları arasında sıkılırken küçülüyor, asıl görünüşünden bir şeyler eksili-yormuş gibi garip bir hisse kapıldı. Bu yeni duyguyu hoş buldu, hattâ erkeğin dudakları onu uzun uzun, ateşli ateşli öptüğü halde, yadırgamadı. “Biliyor musun Suzan, tâ ilk günden, beşinci sınıftan beri seni öpmek ister dururdum,” dedi. O: — Ama, ucunda öpüşme olan oyunlarda hiç de beni seçmezdin! diyerek güldü. Mark kısaca: — öyle oyunlardan nefret ederim. Öpüşmenin sahici olmasını isterim., diye karşılık verdi. Kızı bir an daha, sımsıkı, kımıldamadan tuttu. Suzan: – Evet, biliyorum, diye fısıldadı. Epey bir zaman sustular. Suzan, artık iç sarsıntısı dinmiş, ona yaslanıyordu. Hanidir ne yapmak, ne gibi bir yol tutturmak istediğini bir türlü kestirememişti. Yıllarca evvel, ihtiyar öğretmen Kincaid ona, dil bilgisi dersinde: “Suzan, isterseniz siz yazı yazabilirsiniz,” demişti. Ama o aralık, babası onu Nevyork’ta tiyatroya götürmüş, Su-zan’ı da bir aktris olmak hevesidir almıştı. Senelerce, hep sahnede, oyundaymış gibi bir hisle yaşamış, kendine yaradılışından apayrı bir şekil vermeye çabalamıştı. Seçtiği herhangi bir insanın kalıbına girebilirdi. Ama ortada bir de eller meselesi vardı. Bu ellerle bir şeyler yapmayı diliyordu. îşe yarayan, biçime girebilen bazı şeyleri; babasının öğretmekte olduğu musikiden ziyade, elle tutulur, değilebilir şeyleri avucuna almayı severdi. Bu ellerin ne yapması lâzım geldiğini bilmediği için de bir türlü rahat edemiyordu; çünkü her şeyden hoşlanıyordu. Her şeyi istiyordu. İşte o sıralarda idi ki, evlenmeye, bir alay çocuk doğurmaya karar verdi. Geçen hafta, kız kardeşi Mary’nin heykelini yaparken elBU MAĞRUR KALP 7 lerinin tatmış olduğu duyguyu hatırlayarak, bir an için daldı. Parmaklarını ne kadar becerikli, ne kadar kıvrak bulmuş, sevincinden: “Mary, gel bak! Yakaladım seni,” diye bağırmıştı. Mary gelmiş, bakmıştı; Suzan, kız kardeşinin şaşırarak: “Olur şey değil, tıpkı ben! Harikulade!” diye bağırmasını beklerken, Mary ellerini uzatmış, ıslak çamuru hamur gibi ezip yuğuruvermişti. Öfkesinden: “Beni maymuna çevirmişsin! Ne kötü şeysin sen!” diye bağırmış, hüngür hüngür ağlayarak çıkıp gitmişti. Karşılık veremeyecek kadar içerlemiş olan Suzan, çamuru yerden toplamış, tekrar yuğurmuş, şekilsiz bir hale sokmuştu. Ama bir yandan da, kız kardeşi beğensin beğenmesin, yarattığı şeyin Mary olduğunu ellerinin duygusuyle anlıyor, biliyordu. O günü, düşünürken, işte şimdi bile, avuçlarına bir yanma geldi, parmakları açılıp kapandı. — Mark! dedi. Yüzünü görebilmek için geri çekilerek devam etti: — Evlendikten sonra, heykel işine adamakıllı çalışmaya başlarsam kızar mısın? Söz aramızda, buna karışılmasına hiç gelemem. — • Daima ne istersen, onu yapmanı isterim ben. Uysal, duru, mavi gözlerini ürkek bir anlam aldı: “Zaten ben sana lâyık değilim Sue, biliyorum. Soyum sopum da öyle, ben de; oysa sen buraların en ince, en kibar kızısın.” Suzan neşeli neşeli: – Amma da saçma şey! Fakir bir öğretmen kızından başka neyim sanki., dedi. O dakika, her şeye yeniden, hep birden başlamak isteğini duydu. Mark’ı tekrar hızla, kuvvetle öptü, güldü, elini yakaladı: “Hadi koşalım!” diye bağırdı. Ormanın arasından evin yoluna doğru koşmaya başladılar. Suzan, kanat takmış gibi uçan ayaklarının sevinç dolu her kalkıp inişiyle beraber “Gelin oluyorum!” diye düşünüyordu. Madam Gaylord: 8 BU MAĞRUR KALP – Doğrusu bu kadar küçük evlenmeni istemezdim. însan evlendi mi, bağlandı gitti demektir, dedi. Suzan: – Ben evlenmek istiyorum, diye karşılık verdi. Annesi ses çıkarmadı. Evin dikişlerini, söküklerini diktikleri her zamanki yerde, ana kız beraberce çalışıyorlar; Suzan’-m gelinliğini biçip teyelliyorlardı. Kahvaltı bulaşığını yıkayıp kaldırdıktan sonra hep başbaşa, yalnız kalmışlardı. Annesinin bir şeyler söylemek istediğini hissediyordu. Her halde bu, üstü kapalı, kaçamaklı bir söz olacaktı; çünkü annesi, evlilik lâfını açmaktan sıkılır, çekinirdi. Bir kere, yıllarca evvel, Mark ilk defa onu görmeye, eve geldiği zaman, Madam Gaylord kızma bir şey söylemeye yeltenmişti. Suzan, gece yarısı, yanakları al al, sebebini anlayamadığı bir coşkunluk içinde yukarı çıkmıştı. Kadıncağız sırtında kahverengi yünlü robdöşambrı, saçları ertesi gün biraz kıvırcık, dalgalı olsun diye sımsıkı, ince ince örülmüş, onu odasında bekliyordu. Üzgün bakışlarla: — Sana bir şey söylemek gerektiğini anlıyorum, diye başlamış; Suzan gözlerini dosdoğru annesine dikerek: — Ne var? diye sorunca: — Sen yaşta bir kız için., diye sözüne devam etmeye çabalamıştı. Suzan, annesinin sıkılıp bozardığını farketti; her tarafını ateş gibi bir sıcaklık kapladı; yüreği, bir iki kere, hızlı hızlı attı. Sertçe kaçan bir sesle: – Mark’tan mı bahsetmek istiyorsun? diye sordu. – Hangisi olursa olsun, erkek kısmı, üstelik bu kadar da genci… -| Hiç üzülme. Mark için de, benim için de korkacak bir şey yok. Hem ben kendimi korumasını bilirim. Annesi: – Pekâlâ, dedi; içini çekti. Mademki ne demek istediğimi anladın… BU MAĞRUR KALP 9 Yanakları kızararak, sıkıla bozara kızını öpmüştü. Odadan çıkarken, robdöşambrm, yerde sürünen kuşağı kapının arasına sıkışmıştı. Dışardan: — Hay Allah! diye bağırmış, Suzan da onu kurtarırken: — İşte, oldu! demişti. Şimdi bu sabah, Suzan, için için alay ederek gülümsüyor-du; bir akşam evvel Mark’a biraz takılmış: “Artık iyiden iyiye nişanlandığımızı anneme haber verince, biliyorum, bana bazı şeyler söylemek lüzumunu duyacak” demişti. O da ciddî bir hal alarak: – Bana ait mi? diye sormuştu. Babam şimdiden görür gibiyim, kaşlarını kaldırarak: “Kızımla ne diye evleniyorsun bakalım, delikanlı?” diye soracak. Ben de ne bulup söyleyeceğimi bilemeyeceğim. Hatırlarsın ya Sue, onun edebiyat dersinden de dönmüştüm… Suzan: — O işe annem pek aldırmaz, diyerek güldü. Mesele bu değil, onun bana söylemek istediği şey, daha hayatî!.. — Gerçekler filân, dediğimiz şeyler mi? Bunu sorarken yine pek ciddileşmişti. Suzan başını sallamış, ikisi birden gülmeye başlamışlardı. Annesi: “Yakanın ense tarafına birkaç küçük pli koymayacak mısın?” diye sordu. Suzan: – Teyelledim bile, dedi. Gelinliğin kuyruk tarafının uzun baskılarını makineden geçirdi. Sonra da etek kısmını prova etti. Annesi âdeta istemeye istemeye söyler gibi: – Yaptığın şeyi sahiden ne güzel yakıştırmasını biliyorsun. O kadar da acelecisin ki insan kusurlu olacak sanıyor. Ama olmuyor işte, nasıl yapıyorsun aklım ermiyor. Suzan: – İyi mi, yoksa yanlış mı yaptığımı benden evvel parmaklarım hissediyor, diye cevap verdi. Beyninin evvelden tasarlayıp hazırladığı bir yönde yürür, 10 BU MAĞRUR KALP uğraşırken duyduğu, bu anlatılmaz, bu kuvvetli “doğru veya yanlış yapıyorum” hissine, bütün bu önceden seziş kudretine zaten çoktandır alışkındı. Bunu birçok şeylerde, bilhassa heykel üstünde çalışırken duyardı. Aynı hissi, bir etek baskısını dikerken, bir pasta yapar veya vazoya çiçek koyarken de bulurdu. Her şeyin nasıl olması, nasıl görünmesi konusunda, içinde daima bir doğru bilgi doğar, beyninde âdeta bunun bir resmi canlanır, parmakları da ruhun emrine boyun eğer, becerikli, tez canlı bir köle kesilerek isteneni yaratırlardı. Gülümseyerek annesine: “Gelinliğimi kusursuz yapabilmeliyim” dedi. Bu elbiseyi satın da alabilirdi. Babası ona yüz dolar vermiş: “Hoşuna gideni seçersin Suzan. Hiç değilse bu, yirmi tane şiirin parasıdır. Şu şiir denen nesne ne de ucuza gidiyor yarabbü Doğrusu senin delikanlının, aklını böyle şeylere vermektense, gerçek kıymeti olan mallara, mülklere müşteri bulacağım diye çabalamasına memnunum.” demişti.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir