Öykümüz bir kalenin duvarları arasında, bir farenin doğumuyla başlıyor. Minik bir fare. Annesinin doğurduğu son fare ve dünyaya beraber geldiği kardeşlerinin içinde hayatta kalan teki. Bitkin düşmüş olan anne, “Bebeklerim nerede?” diye sordu doğumun hemen ardından. “Bebeklerimi göster bana.” Baba fare, minik fareyi havaya doğru kaldırdı. “Sadece bu var,” dedi. “Diğerleri öldü!” “Aman Tannm! Sadece bir fare bebek mi var?” “Sadece bu. Ona bir ad verecek misin?” “O kadar çaba bunun için mi?” dedi anne. Derin bir iç çekti. “Çok acı. Ne büyük bir hayal kırıklığı.” Uzun zaman önce Fransız bir diplomatın valizinde kaleye 11 gelmiş Fransız bir fareydi anne. “Hayal kırıklığı” en sevdiği sözlerden biriydi. Sık sık kullanırdı bunu. “Ona bir ad verecek misin?” “Ona bir ad verecek miyim? Ona ad verecek miyim? Tabii ki ona bir ad vereceğim ama o da diğerleri gibi ölecek sonunda! Ne acı. Ne büyük bir trajedi.” Anne fare önce mendilini burnuna yaklaştırdı, sonra da yüzünün önünde salladı ve burnunu çekti. “Ona bir ad vereceğim. Evet. Bu farenin adını Despero koyuyorum, buradaki tüm acılar, tüm üzüntüler için. Peki, aynam nerede?” Kocası üçgen şeklinde küçük bir ayna parçası uzattı. Adı Antionet olan anne fare, aynadaki yansımasına baktı ve derin bir iç çekti. “Toles,” diye seslendi oğullarından birine, “makyaj çantamı getir bana. Gözlerim bir facia.” Antionet göz makyajını düzeltirken, baba fare, Despero’yu battaniye parçalarından yapılmış bir yatağa yatırdı. Zayıf ama inatçı Nisan güneşi, kalenin pencerelerinden birinden içeri giriyor ve duvardaki bir delikten sızarak, altın rengi parmaklarını minik farenin üzerinde gezdiriyordu. Daha büyük fare çocuklar, Despero’nun başında toplanıp gözlerini ona diktiler. “Kulakları çok büyük,” dedi ablası Merlot. “Bugüne kadar gördüğüm en büyük kulaklar bunlar.” “Bakın,” dedi Furlog adındaki ağabeyi, “gözleri açık. Baba, baksana gözleri açık. Böyle olmamalıydı.” 12 Bu doğruydu. Despero’nun gözleri açık olmamalıydı. Ama açıktı. Annesinin aynasından yansıyan güneşe bakıyordu. Güneş ışığı, tavanda yuvarlak bir parıltı yaratıyor ve Despero’nun yüzünde bir gülümseme oluşturuyordu. “Bu farede bir gariplik var,” dedi babası. “Onu rahat bırakın.” Despero’nun abla ve ağabeyleri geriye çekilip yeni doğmuş fareden uzaklaştılar. “Bu son,” dedi Antionet yattığı yerden. “Başka fare bebek doğurmayacağım. Hepsi büyük birer hayal kırıklığı oluyor. Güzelliğimi bozuyorlar. Beni, harabeye çeviriyorlar. Bu sonuncu. Başka olmayacak.” “Sonuncu,” dedi baba. “Ve yakında ölür yaşayamaz! Gözleri böyle açıkken yaşayamaz!” Ama okuyucularım yaşadı. Bu, onun öyküsü. 14 Bölüm İki Ne büyük bir hayal kırıklığı Despero Tilling yaşadı. Ama varlığı, fare toplumunda büyük çalkantılara yol açtı. “Bu gördüğüm en küçük fare,” dedi halası Florens. “Çok komik. Hiç ama hiçbir fare bu kadar küçük olmamıştır. Bir Tilling bile.” Gözlerini kısıp Despero’ya baktı, sanki az sonra tamamen yok olmasını bekliyordu. “Hiçbir fare,” dedi yeniden. “Asla.” Despero, kuyruğunu ayaklarının etrafına dolamış, halasına bakıyordu. “Ayrıca kulakları da çok büyük,” dedi Alfred Amca. “Daha çok eşek kulaklarına benziyorlar bana sorarsanız.” Despero kulaklarını oynattı. 15 Florens Hala nefesini tuttu. “Gözleri açık doğduğunu söylüyorlar,” diye fısıldadı Alfred Amca. Despero dik dik amcasına baktı. “Mümkün değil,” dedi Florens Hala. “Hiçbir fare, ne kadar küçük ya da böyle ayıp bir şekilde koca kulaklı olursa olsun, gözleri açık doğmaz. Kesinlikle böyle bir şey olamaz.” “Babası Lester, iyi olmadığını söylüyor,” dedi Alfred Amca. Despero hapşırdı. Kendini savunmak için hiçbir şey söylemedi. Ne diyebilirdi ki? Halasının ve amcasının bütün söyledikleri doğruydu. Komik olacak kadar küçüktü. Kulakları utanacak kadar büyüktü. Gözleri açık doğmuştu ve hasta gibiydi. O kadar sık öksürüp hapşırıyordu ki, pençesinde sürekli bir mendil taşıyordu. Ateşi bir çıkıp bir iniyordu. Yüksek bir ses duyduğunda bayılıyordu. Hepsinden daha endişe verici olanıysa, bir farenin ilgi duyması gereken hiçbir şeye ilgi duymuyordu. Sürekli yiyecek bir şeyler geçirmiyordu aklından. Her kırıntının peşinden gitmek gibi bir derdi de yoktu. Kendisinden daha büyük ve iri yapılı kardeşleri yemek yerken, Despero başını yana eğmiş, kıpırdamadan öylece duruyordu. “Şu tatlı sesi duyuyor musunuz?” dedi. “İnsanların lokmalarından yere düşen pasta kırıntılarının sesini duyuyorum,” dedi ağabeyi Toles. “Sadece 16 onu duyuyorum.” “Hayır.” dedi Despero. “Başka bir şey bu. Kulağa sanki…. mmm… bal gibi geliyor.” “Büyük kulakların olabilir,” dedi Toles, “ama beynine doğru bağlanmamışlar galiba. Balı duymazsın. Balı koklarsın. Ortada koklayacak bal olduğunda, ki şimdi yok.” “Evlat!” diye bağırdı Despero’nun babası. “Kendine gel. Aklım başına topla ve kırıntı aramaya başla.” “Lütfen,” dedi annesi, “kırıntı ara. Benim hatırım için onları güzelce ye. Bir deri bir kemiksin. Beni büyük bir hayal kırıklığına uğratıyorsun.” “Özür dilerim,” dedi Despero. Başını eğdi ve yere eğilip etrafı koklamaya başladı. Ama, okuyucularım, koklamıyordu. Dinliyordu, kocaman kulaklarını dikmiş, sanki başka hiçbir farenin duymadığı o tatlı sesi dinliyordu.

Kate Dicamillo – Despero’nun Öyküsü
PDF Kitap İndir |