Ingrid Thobois – Sollicciano

Marco, kulak tırmalayıcı madeni bir gıcırtıyla çektiği iskemlenin üzerine kendini bıraktı. Aynı anda on dört kişinin karşılıklı konuşmasını, yirmi sekiz sesi, gırtlak temizlerken çıkan gurultuların ve mırıldanmalarının sesini taşımak üzere yapılmış salonda oluşan saçma yankılanma o gıcırtıyı bir kat daha artırdı. İnsanların birbirine değecek kadar yakın olmak için üzerine kuvvetle yaslandıkları eşyalardan çıkan gıcırtılar ahşap gemi donanımlarının gıcırtısını anımsatıyordu. Mobilyalar, sırtlardan, omuzlardan, saçların arasından geçerek enselerde biraraya gelen ellerden oluşan yükselmiş bir denizde yitip gidiyordu. İnsanlar birbiriyle masaların yüzeyine çok yakın mesafede konuşuyor, sözcükler bir ağızdan ötekine, gergin uzatılmış ve ellerle dirseklerden kavranmış kolların oluşturduğu koridorlardan gidip geliyordu. Bir de, ağlamalar, kimi zaman gülmeler duyuluyor, görüşme odasındaki yarım saat sona erdiğinde ise koyu bir sessizlik oluyordu. Norma-Jean’ın eli, parmakları avucunun uzantısına doğru yarı kapalı durumda, verme hareketi içinde donup kalmıştı. Bilek ekleminin üzerinde, derisinin hemen altında mavi-yeşil damarlar belirgin olarak görülüyordu. Marco’ya son yazısının fotokopisini uzatmıştı. O da kolunu uzatıp kağıdı onun elinden yırtarcasına almıştı. Marco, buruşmuş kağıt 9 elinde, uyandırdığı bu korku belirtisinden memnun durumda hareketsiz kaldığı sırada Norma-Jean korunma güdüsüyle kendini geri çekmişti. Norma-Jean’ın eline, parmak kemiklerinin düzgün biçimine, parmağındaki beyaz altın halkaya ve cila sürülmüş tırnaklarının uyumuna- görünür biçimde kalsiyum eksikliği belirtisi gösteren bu kişinin parıltısız beden uçlarına bakıyordu. “Bir gün elimi de koparıp alacaksın!” Norma-Jean, dudaklarında ölü doğmuş bir gülümsemeyle, dinginliğinin çevresindeki havayı ne ölçüde doldurduğunu bilerek ama bunu tartmaksızın ağır ağır konuşmuştu. Marco, onun bileğinin, önkolunun, kolunun, omzunun, boynunun dış çizgilerini izliyordu. Gözlerine kadar yukarı çıktı. Şimdi, o sahne yeniden oynanabilir, yaptığı kaba hareket silinebilir, söylediği son sözler Norma-Jean’ın ağzına yeniden tıkılabilirmiş gibi, gözlerini ona dikti. Onu birkaç saniye daha süzdü, sonra elindeki sayfayı yelken şaklatır gibi havada şaklattı: Bir elin hareket ederken izlediği çizgi yeniden canlandırılamıyordu. Ancak duyulabilecek bir sesle, artık ona bakmaksızın, “gerçek dergi” ve “o berbat fotokopi” hakkında kınama yerine geçecek dayanaksız bir şeyler geveledi. “Ama Marco! Tutukevine sert kapaklı hiçbir kitabı, hiçbir magazini, hiçbir dergiyi sokmadıklarını bal gibi biliyorsun!” Norma-Jean’ın görüşme yerine gelmesinin onun gözünde rüya ya da karabasanın canlanmasından farkı yoktu. Kendisine getirdiği yazıyı okuyup bitirdiğinde, her defasında onun yüzüne daha yakından dairesel tükürükler saçarak konuşmaya başlıyordu. Sonra, özür dilemeyi beceremeden, kırıcı, genizden çıkan, çok cırlak, sakalı bitmemiş yeniyetmelerinkini andıran, her an tıkanıp kalacakmış izlenimi veren zorlamalı bir sesle kendini toparlıyordu. Marco iki devirli motorun çalışması gibi davranıyordu: Elinde olmadan çekilmez oluyor, hemen ardından pişman oluyordu. Özür dileyebilmek 10 için her şeyini vermeye razıydı, yeter ki bu özür, dünyayı geriye dönülebilir kılsın. O durumda yaşam, zamanı askıya alır, katiller yola gelir, ölüler mezarından kalkıp üstünü başını düzeltir, yakalarında kurumuş kan lekelerini temizler, göğüslerinde açılmış yara deliklerini tıkar, sonra gerektiği kadar geri adım atarak yaşamın başlangıcına dönerdi. Ne var ki o “özür” sözcüğü umulan etkiyi asla yaratamazdı. Çünkü Marco orada, dünyanın etkin alanının dışında kalan o yerde ufalanıp gittiği, mutlak sıfıra yakın bir sıcaklığa eriştiği için artık kimin kimden ne için, neden özür dilemesi gerektiğini bilemiyordu ve en büyük düşmanı zamandı – geriye doğru her zaman çok kısa olduğu gibi, ileriye doğru da her zaman çok kısa olan zaman. Başka bir söz türetmek gerekirdi, dilenen şey ile verilen o basit şeyi aynı anda gerçekleştirecek, insana insanlar arasında bir geçit açacak parlak ve yeni bir söz. Özür dilerim! Özür dilerim! Paris’te ağzına kadar dolu bir kahvede bir kadın sesi, bir parça güzelliğin altında bir gülümseme … ne var ki Marco filmin ve kadın oyuncunun adını unutmuştu. Kadın esmerdi, onu çok güzel bulmuştu. Erkek, ağır hapis cezasına çarptırılmış, yirmi iki yıl hüküm giymişti. Suçunu kabul etmişti. “Bir gün elimi de koparıp alacaksın!” “Ama sen de benim tepemi attırmak için elinden geleni yapıyorsun, Norma-Jean!” il ,, “Üstelik, böyle yapmayı sürdürüyorsun!” il ” ” İyi de sen neden hiç sinirlenmiyorsun? Neden yumruğunu masaya vurmuyorsun? Sesini hiç yükseltmiyorsun? Yüzünü buruşturacak en küçük bir mimik yapmıyorsun!” “Ben böyleyim.” 11 “Ama kimse böyle değildir! Böyll’ olm,ının ol,ınağı yok!” “Ne gibi?” “Senin gibi!” Norma-Jean iskemlesine gülümseyerek yNll’şti. Yeni şapkasını düzeltti – etiketinde “kağıttan yapılmıştır” yazıyordu. O haki şapkayı satın aldığına memnundu, biçimsizdi ama gür saçlarının üzerine kalıp gibi oturuyordu. Şansı biraz yaver giderse onunla bisiklete binebilirdi; evden Empoli garına gitmek ve geri dönmek ya da Floransa’ya gidip gelmek için. Kenarları yeterince geniş olduğundan onu güneşten korurdu. Cilt uzmanları can sıkıcıdır. Cilt solukluğu sağlık demektir! Özellikle sizinki gibi bir cilt! Norma-Jean’a, vaktiyle sarışın olduğunu anımsatacak bu saçma sözlerden başka bir şey kalmamıştı. Çocukluğunda, güneşte kuruyan saçları birkaç saniyede beyaza dönüşüyor, derisinin üzerinde dil gibi uzayan tuz izleri kalıyordu. Silueti, kabarcıklanan denizin karşısında güneşten kıpkırmızı olmuş bacak ve kollarıyla belirginleşiyordu. Norma-Jean dimdik duruyordu, bir böcek kadar inceydi, açık renk gözlerini her şeyin ve herkesin üzerine dikmişti, küçük bedenini sonunda kabullenmişti, mayosunun sol omuz askısını ha bire düzeltiyordu – onu kendi dışındaki dünyanın kabullenmesi için yeterli saydığı iki parçalı bir mayosu vardı. Yoksa sağ omzundaki askı mıydı? Norma-Jean askıları hep karıştırıyordu. Yıllar geçtikçe saçları ve gözleri koyulaşmıştı; şimdi de elini uzattıkça çocukların dünyası ondan uzaklaşıyordu sanki. Cildi güneşte kızarmıyor, güneş ışınlarını hemen emiyordu; suya susamış toprak gibi. Güneşte birkaç dakika kalması omuzlarının, boğazının, sırtının bronzlaşması için yeterli oluyordu. Sizin güneş sermayeniz hapı yutmuş! Bacakları da bronzlaşıyordu ama o kadar iyi değil ve daha ağır. Öyle ya da böyle bacakları bedeninin en nefret ettiği bölümüydü: Varlığının uyum sağlanılması gereken, yer değiştirmek için gerekli ama güzel olmayan uzantısı. Çok kısalar. 12 Diz bölümü biçimsiz. Gereğinden fazla damarlı. Bir elektrik devresinden daha berbat, demet halinde bir sürü karmaşıklık. Annesi dizlerinden yeterince çekmişti. Genleri onu bundan muaf tutmayacaktı. Norma-Jean’ın bir omzu ötekinden biraz daha düşüktü. Artık tek parça mayolar giyiyordu. Şapkasını parmağının ucunda döndürdü. Bisiklete binmeyeli kaç yıl olmuştu? Mayo giymeyeli kaç yıl olmuştu? “Livio senin günlüklerine bayılıyor, Marco! Günlük tutmayı sürdürmeni diliyor. Ona ayda bir iki sayfa göndermen gerekir, bir eleştiri, bir portre … Üslubunu, çözümlemelerini seviyor, sana güveniyor, seni bütünüyle serb … ” “Serbest! Hangi serbestlik, Norma-Jean?” ” … yaptığın seçmeler konusunda.” “Ne büyük bir lüks! Peki, ya kapakları genellikle sert olan kitaplar, onlar ne olacak? Ha? Onların bana sayfa sayfa fotokopisini mi çekeceksin?” “Livio, o kitapların senin eline geçebilmesi için tutukevi yönetime resmen baş vuracak. Ne de olsa İtalya’nın en etkili yayıncılarından biri! Beni dinliyor musun?”

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir