1803 YILINDA, Bayan Pym’in genç kızlar akademisinden çıkartılan Nana Massie; beş yıldır Kraliyet harp gemilerinin en önemli onarım doku olan Plymouth’da, anneannesinin ayakta tutmaya çabaladığı Mulberry Hanı’nda yaşıyordu. Fransa ile süre giden harp nedeniyle; Fransız sahillerinin kuşatma altında olması, Plymouth’daki iş hayatını durma noktasına getirmişti. Limana ve doka yakın olan büyük hanlar bile yarı yarıya boştu. Limanı ancak uzaktan gören Mulberry Hanı’na birinin gelmesi için yolunu kaybetmiş olması gerekirdi. Limandaki han sahipleri Nana’yı sevdikleri için; onun hazırlamış olduğu el yazması ilânları görünür yerlere koymayı kabul etmişlerdi. Üzerine giydiği, Pete’in paltosu onu soğuktan korumaya yetmiyordu. Borçların ödenmesi için, saçlarını bölgenin tek peruk yapıcısına satalı bir hafta olmuştu. Bu kısa saçlara kendisi de, kış soğuğunda kalan başı da daha alışamamıştı. Anneannesi Gran ve yıllardır yanında çalışan Pete, limanda üç direkli firkateyni görünce, el ilanlarının hanlara dağıtılmasının tam zamanı olduğunu söyleyerek onu aceleyle limana yollamışlardı. Aslında bunun tam zamanı olduğunu Nana da biliyordu. O saat hanlarda, öğle yemeğinin servis yapıldığı saatti. Ve Nana açtı. Girdiği her handa ona yiyecek bir şeyler verileceğini biliyordu. Merhamet gösterilmesine tepkili olmakla, açlık ile gurur hiçbir zaman bağdaşmazdı. En akıllı balığı bile oltaya çeken bir duyguydu açlık. Doka onarıma gelen firkateynlerin subay ve astsubayları limandaki hanlarda kalırlardı. Ama hiçbiri limandan o kadar uzakta olan Mulberry’de kalmayı akıllarına bile getirmezdi. El ilanlarını boşu boşuna dağıtacağını biliyordu. Bu vesileyle hiç olmazsa karnını doyuracaktı. Navy Han’dan gelen sosis kokularına dayanması mümkün değildi. Sulanan ağzını platosunun koluna silerek, kokuya doğru yaklaşırken adımlarının hızlandığını fark etti. Navy Han’ın sahibi, el ilanlarını aldıktan sonra ona sosis ikram etmekle kalmamış üç sosisi de kasap kâğıdına sararak ona vermişti. O paketi Gran ve Pete için alıyor olması utancını azaltıyordu. El ilanını bırakmak için uğradığı ikinci handa ona jambonlu ve soğanlı patates çorbası ikram ettiler. Çıkarken; kalırsa döküleceğini ima eden ifadelerle bir çanak içinde verdikleri çorbanın Gran için verildiğini biliyordu, Nana. Drake Han’daki ikram ve hazırlanan pakette börek vardı. Han sahibi işlerin kısırlığından şikâyetçiydi. “Harpteyiz Bayan Fillion,” dedi Nana. “İyi de; bu çağda insanların birbirlerini öldürmelerine ulu Lordum nasıl göz yumuyor? Neyse yine de hiç olmazsa üç beş subay kalıyor bizde. Bir de o ünlü kaptan Worthy, birkaç güne kadar Londra’dan geliyormuş. Eşyalarını odasına yerleştirdik.” “Havuzda gemisi onarılan kaptan değil mi o?” “Evet. Tireless’ın kaptanı.” Bayan Fillion sonunda Nana’nın topladığı paketlere kendisininkini de ekleyerek hepsini bir çanta içine koydu. “Kaptan Worthy’yi keşke size yollayabilseydim. Ama inan bizim de müşteriye ihtiyacımız var.” Hiç olmazsa kimseden bir şey istemek zorunda kalmadım tesellisiyle Mulberry’ye doğru yola çıktı. Tepeye vardığında aşağıya sahile bakarak geçmişini düşündü. Babası, Ratliffe Vikontu William Stokes’un teklifini reddederek, Plymouth’da Gran ve Pete’in yanına sığınmak zorunda kalmıştı. “Aç olabilirim. Ama günün birinde fikrimi değiştireceğimi düşünüyorsan çok yanılıyorsun,” diye mırıldandı uzaklardaki babasına… ~ BİRİNCİ BÖLÜM ~ KAPTAN Oliver Worthy, Kraliyet Donanma Komutanlığı’ndan yola çıkalı yaklaşık on iki saat olmuştu. Boğazındaki yanmanın ve kulağındaki ağrının nedenini iyi biliyordu. Bu; derin sularda gezinen denizcilerin başının belası olan bir hastalıktı. Arabanın içinde biraz daha rahat oturmak için arkasına yaslanarak ayaklarını karşı koltuğa dayadı. Plymouth’s gider gitmez yapması gereken işleri düşündü. Bunların hiçbiri hastalıkla bağdaşacak türden işler değildi. Doktaki baş usta, Tireless’da yapılacak onarımlarla ilgili listeyi bekliyordu. Ana direk ikiye ayrılmış, üç firkateynle savaştığı sırada yediği top, gövdede ağır tahribata neden olmuştu. Satın almacının temin etmesi gereken uzun ikmal listesindeki her şeyin, bu limandan temin edilmesi zordu. Ayrıca denizcilerine belli bir sıraya göre birkaç gün kara izni verecekti. Boğaz ve kulak ağrısı giderek daha dayanılmaz bir hal alıyordu. O anda istediği tek şey, rahat bir yataktı. En az bir hafta, rahatsız edilmeden yatmaya ihtiyacı vardı. Bir de kana kana su içmek istiyordu. Ama aylarca bir fıçının içinde kalmış ve susuzluktan ölmek üzere olan birinin bile içmekte zorluk çektiği, yeşillenmiş, leş gibi kokan gemi suyundan değil… Her tarafı aylarca su ile çevrili denizcilerin susayıp da öyle bir suyu içmek zorunda kalmaları, bu mesleğin en zor tarafıydı. Sadece usta denizciler, ancak gözlerini kapattıktan sonra, bu suyu içebiliyorlardı. Hani deseniz ki; o durumda en iyisi suyu hiç düşünmemek, dört bir yanı suyla çevrili insanlar için bu elbette alınabilecek bir önlem olamazdı. Aklına, komutanlıkta Lort Ratliffe’in istediği ve onun da kabul etmek zorunda kaldığı saçmalık geldi. Aslında o adamı hiçbir zaman sevememişti; ama ona rapor vermek zorundaydı. İspanya’daki durumla ilgili olarak birçok bilgi istemesi Oliver’ı çok tedirgin etmişti. Kanalla ilgili bilgi almaya hakkı vardı. Ancak İspanya, onun ilgi sahasına girmiyordu. Ayrıca çok özel bir konuda kendisinden bir iyilik yapmasını istemişti. “Bir ay ailenden uzak mı kalacaksın?” “Ailem yok zaten, komutanım.” Yoktu da. Kadınlarla ilişkisi geçici ilişkiler olurdu. Özellikle harp zamanlarında yapılan evlilik, insanın sevdiği bir kadını dul bırakma girişiminden başka bir şey değildi. “Sana bir şey göstereyim,” diyerek masasının üzerinde duran küçük bir resmi ona uzatmıştı. Bu, erişkinliğe yaklaşmış, burna yakın bölgelerinde çiller olan tatlı, güzel bir kızın resmiydi. Son derece etkileyici kahverengi gözleri, sanki Oliver’ı görür gibi bakıyordu. Vikont’a baktı. Adam onun kendisine bakma nedenini anlayarak, “Annesine benzer,” dedi. Bir daha baktıktan sonra resmi Ratliffe’e verdi. “Hoş bir kız değil mi?” Hoştan da öteydi… “Artık büyüdü. Yirmi bir yaşına girdi. Bu resim, on altı yaşındaki halidir.” Adam derin bir şekilde iç geçirmişti. “Plymouth’da anneannesinin yanında, bir handa yaşıyor. Eleanor, bir aşüfte olan annesiyle bir kere yatmamın sonucudur.” Resmi yerine koydu. “Ona karşı olan vecibemi yerine getirdim. Beş yaşına geldiğinde onu, Bath’de bir kız akademisine yolladım. Eğitimini orada aldı.” Oliver, bu adam hakkında yanılmış olabileceğini düşündü. O tip okullar ucuz yerler olmazdı. Adamın imajı, gözünde bir anda değer kazanmıştı. Lort çaresizliğini gösteren bir hareketle ellerini açmıştı. “Ne var ki on altı yaşına geldiğinde, geleceği konusunda ona çok cazip bir teklifte bulundum. Kabul etmeyerek, o köhne hana döndü. Düştüğüm hayal kırıklığını anlıyorsundur. Kaptan…” Oliver bunu anlıyordu; ama her nedense içine bir kuşku düşmüştü. Kaptanlığın getirdiği bir sağduyu, bu adamın sözlerinin tam doğruyu yansıtmadığı izlenimini vermişti ona. “Senden isteyeceğim yardım, Plymouth’dayken Eleanor’un anneannesinin hanı olan Mulberry’de kalmandır. Böylece kızımın durumu hakkında bana bilgi verebilirsen, belki de içim biraz olsun rahat eder. Bir iki günde durumunu anlarsın. Sıkıntı içinde olmasına müsaade edemem.” “Plymouth’da olduğum zamanlarda genellikle Drake Han’da kalırım. Eşyalarım da orada zaten.” Lordun rütbesi, bir kaptanı özel işinde kullanabileceği hakkını tanımazdı ona. Oliver, onun bu isteğini reddetmek üzereyken, genç kızın masanın üstünden ona bakan gözlerini gördü. Eleanor Massie, dayanılmaz bir şekilde gülümsüyordu ona. İçinin garip bir heyecanla dolduğunu hissetti. Birkaç gün o handa kalmakla bir şey kaybetmezdi. Anneannesi, kızı günde iki sefer dövüyor bile olabilirdi. “Bu isteğinizi yerine getireceğim, Lordum.” Lort bir anda onu kucaklayacakmış gibi bir hareket yapmış; ama kendisine hâkim olmuştu. “Teşekkür ederim. Kaptan Worthy. İleride bir kızın olursa, duyduğum endişeye hak verirsin.” Oliver, düşüncelerinden sıyrılıp arabanın penceresinden dışarıya baktığı zaman. “Bu hiçbir zaman olmayacak,” diye mırıldandı. Harpte savaşan bir firkateynin kaptanıyla, ancak salak bir kadın evlenirdi. Ve ancak ondan da salak bir denizci öyle birine evlilik teklif ederdi. Bir ara Bayan Eleanor Massie’yi kaderiyle baş başa bırakmayı düşündüyse de öğlene doğru araba, Drake’in önüne geldiğinde, Lorda verdiği söz onu huzursuz etmeye başlamıştı. Verdiği sözü tutmamak, alışkanlıkları arasında değildi. Hana girdi. Giriş salonunda dehşet bir gürültü vardı. Hastalıktan ayakta duracak hali olmadığı bir anda, bir de bu gürültüyü çekemezdi. O sırada han sahibi Bayan Fillion yanına gelmişti. Oliver, onun bir şey söylemesine fırsat vermeden elini kaldırdı. “Eşyalarımın burada olduğunu biliyorum, Bayan Fillion. Bu sefer Mulberry’de kalacağım. Yolu tarif eder misiniz?” Kadın onun bu isteğini; çırılçıplak soyunun da şu duvarın dibinde amuda kalkın demiş gibi bir şaşkınlıkla karşılamıştı. Ama kendisini çabuk toparladı. “Buraya sadece bir mil mesafededir. Pek iyi bir yer sayılmaz. Yine de halinizden sessizliğe ve yalnızlığa ihtiyacınız olduğu belli.” Yani bu kadar fena mı görünüyorum.. “Haklısınız,” dedi. “Kendisini bir an önce yatağa atması gerektiğinin farkındaydı. “Teğmen Proudy buradaysa onu çağırın. Kendisine söylemem gereken bazı şeyler var.” Yardımcısı, Teğmen Proudy’ye orada kalmayacağını söyledikten sonra ağır adımlarla handan çıkarak posta arabasına doğru yürüdü. Mulberry Han, ne kadar berbat bir yer olursa olsun, bir an önce kendisini yatağa atmalıydı. Araba, az sonra üç katlı, köhne bir binanın önünde durdu. Sarmaşıklar, taşların büyük kısmını örttüğü için sıcak bir görünümü vardı. Bahçesine iyi bakılmış olduğu dikkati çekiyordu. Arkasını dönüp de denize doğru baktığında, limana bu kadar uzaktaki bir handa, özel bir nedeni olmayan kimsenin kalmasının mümkün olmadığını düşündü. Arabacı, eşyalarını hanın kapısına taşıdı. Kapıyı, sekerek yürüyen yaşlıca bir adam açmıştı. “Acaba kalacak bir odanız var mı?” diye sordu. “Kaptan; altı aydan bu yana hana gelen ilk müşterisiniz. Bu konuda sorunumuz yok.” “İyi de nasıl ayakta kalabiliyorsunuz?” Eski gemici başını iki yana salladı. “Son günlerde biz de hep bunu düşünür olduk.” Oliver artık ayakta zor duruyordu. “Odadan başka, yemek falan gibi hizmetleriniz var mı?” “Şimdilik sadece oda verebiliriz. İsterseniz arabacı gitmeden çağırayım. Size karşı mahcup durumda kalmak istemeyiz.” Oliver tereddüt ederken arkasından gelen sese doğru başını zorlukla çevirdi. Lort Ratliffe’in masasında gördüğü kızdı bu. Sadece uzun saçları kısacık kesilmişti. Garip bir elbisenin üstünde, vücudunu kaplayan bir önlük vardı. Bu haliyle bile çok tatlı görünüyordu. Kendi halini unutmuş da, tanımadığı bu yabancıya acır gibi bakıyordu. “Burada kalacağım,” dedi, eski denizciye. “Pete elini yüzünü yıkayıp onu yatırdı. Sadece su istedi,” dedi Gran, tepsiyle odaya çıkan Nana’ya. Nana, odaya girdiğinde Kaptan, yastıklara dayanmış, gözlerini kapatmış, bitkin bir halde yatıyordu. Yüzünde koca koca kırmızı lekeler oluşmuştu. Gözlerini bile zorlukla açtığı belliydi. Yine de Nana’nın elindeki tepsiyi görmek, hafifçe tebessüm etmesine neden olmuştu. Yatağın yanındaki ufak masayı göstererek, “Onu şuraya bırakın da bana bir bardak su verin,” derken dudakları birbirine yapışmış gibiydi. Nana’nın verdiği suyu birkaç yudumda bitirdikten sonra boş bardağı kıza uzattı. “Daha…” “Başka bir şey ister misiniz efendim? Çağırmamız gereken kimse var mı?” “Kimse yok…” zorlukla ağzını açıyordu. “Sadece o yaşlı denizci…” “Pete Carter’dır onun adı. Gran’e yardımcıdır.” “O yiyecek bir şeylerin olmadığını söyledi.” “Bu kuşatma ve kıtlık nedeniyle, müşterimiz de olmadığı için, erzak alamıyoruz. Üzgünüm.” Bakışlarını ondan ayırmadan konuşuyordu. “Sanırım yarın Drake’e gitmeniz daha doğru olacak.” “Hayır. Gemim onarılıp havuzdan çıkana kadar burada kalacağım.” Nana, onun sözlerini sağlık durumuna bağladı. “Tabi sizin bir itirazınız olmadığı sürece.” Nana, koca kaptanı bir okul talebesi olarak görmeye başlamıştı. “Elbette hiçbir itirazımız olamaz. Sadece; işte yemek meselesi…” Oliver karşı duvardaki kırık dökük çalışma masasını gösterdi. “Pete, para kesemi üst göze koyduğunu söyledi. Lütfen içinden üç öğün yiyecek bir şeylerimizin olması için yeterli parayı alın. Ben şimdilik sadece bol kremalı ve şekerli bir yulaf lapası isterim. Başka bir şey yiyecek halim yok.” Nana tereddütlü bir şekilde masaya yaklaşıp çekmeceyi açtı ve içindeki keseyi alarak yatağa yaklaştı. Ve keseyi Kaptana uzattı. Oliver yüklü bir para vermişti Nana’ya. “Bu para bitince bana haber verin, Bayan Massie. Limanda olduğum zamanlar iyi beslenmek isterim.” Bakışındaki sıcaklık Nana’yı rahatsız etmemişti; odadan çıkması gerektiğini biliyordu. Arkasını döndüğünde. Kaptanın cılız sesini duydu. “Handaki herkesin karnının iyice doymasına önem veririm…” “Anlıyorum, efendim. Bir isteğiniz var mı?”

Carla Kelly – Channel Fleet Serisi 1 – Kaptan
PDF Kitap İndir |