Yeryüzü anılarla sarsılırken ve olan biteni inkâr edercesine inlerken saray yer yer sarsılmaya devam ediyordu. Duvarda “Demek en azından bu kadarını hatırlıyorsun. Senin için tehlikeli, aptal, benim için değil. Başka ne hatırlıyorsun? Hatırla, seni Işık körü aptal! Sen böyle gafletine bürünmüşken bunun bitmesine izin vermeyeceğim! Hatırla!” Lews Therin elini kaldırıp, üzerindeki kir desenleri karşısında büyülenmiş gibi, bir an eline baktı. Sonra elini daha da kirli olan ceketine sildi ve dikkatini diğer adama çevirdi. “Sen kimsin? Ne istiyorsun?” Siyahlara bürünmüş adam kibirle dikildi. “Bana bir zamanlar Elan Morin Tedronai derlerdi, ama artık…” “Umuda İhanet Eden.” Bu, Lews Therin’in fısıltısıydı. Anıları kıpırdandı, ama o bundan çekinerek başını çevirdi. “Demek bazı şeyleri hatırlıyorsun. Evet, Umuda İhanet Eden. İnsanlar beni böyle adlandırdı, tıpkı sana Ejder adını verdikleri gibi, ama senin aksine, ben ismimi benimsedim. Bu ismi bana sövmek için verdiler, ama onlara diz çöktüreceğim ve sonunda ismime tapınacaklar. Sen isminle ne yapacaksın? Bugünden sonra insanlar sana Kardeşkatili diyecekler. Bununla ne yapacaksın?” Lews Therin yıkık koridora bakıp kaşlarını çattı. “Ilyena konuğunu karşılamak için burada olmalıydı,” diye mırıldandı dalgın dalgın, sonra sesini yükseltti. “Ilyena, neredesin?” Zemin sarsıldı; altın saçlı kadının bedeni, seslenişine yanıt verir gibi kaydı. Adamın gözleri onu görmedi. Elan Morin yüzünü buruşturdu. “Kendine bir bak,” dedi horgörüyle. “Bir zamanlar Hizmetkârlar arasında birinciydin. Bir zamanlar Tamyrlin Yüzüğü’nü takar, Yüksek Makamında otururdun. Bir zamanlar Hükümran’ın Dokuz Değneği’ni çağırırdın. Bir de kendine şimdi bak! Acınası, perişan bir zavallı. Ama bu kadar değil. Hizmetkârlar Salonu’nda beni küçük düşürdün. Paaran Disen Kapıları’nda beni alt ettin. Ama artık ben daha üstünüm. Bunu bilmeden ölmene izin vermeyeceğim. Ölürken, son düşüncen, yenilginin ne kadar kesin ve mutlak olduğu olacak. O da ölmene izin verirsem.” “Ilyena neden gelmiyor, anlamıyorum. Ondan konuk sakladığımı düşünürse diline düşerim. Umarım sohbetten hoşlanıyorsunuzdur, çünkü o, kesinlikle hoşlanır. Sizi uyarmış olayım. Ilyena size o kadar çok soru soracak ki, sonunda bildiğiniz her şeyi anlattığınızı fark edeceksiniz.” Siyah pelerinini arkaya atan Elan Morin ellerini esnetti. “Kardeşlerinden birinin burada olmaması senin için ne kötü,” diye düşündü. “Şifa konusunda asla pek yetenekli olmadım ve artık farklı bir gücü izliyorum. Ama onlardan biri bile eğer sen önce onları yok etmezsen sana ancak birkaç bilinçli dakika verebilir. Benim yapabileceklerim, benim amaçlarım için yeterli.” Ani gülümsemesi zalimdi. “Ama korkarım Shai’tan’ın şifası senin bildiğin türden farklı. Şifa bul, Lews Therin!” Ellerini uzattı ve ışık, güneşin önüne bir perde çekilmiş gibi soldu. Lews Therin acıyla kavruldu ve çığlık attı, derinlerden gelen, durduramadığı bir çığlık. Ateş iliklerini dağladı; damarlarına asit hücum etti. Geriye devrildi, mermer zemine yıkıldı; başı taşa çarptı ve sıçradı. Yüreği çarpıyor, göğsünden fırlamaya çalışıyordu ve her atışı, içinden yeni bir alev geçmesine sebep oluyordu. Çaresizce kıvrandı, büküldü. Kafatası saf acıdan, patlamak üzere bir küre gibiydi. Boğuk çığlıkları sarayda yankılandı. Acı yavaşça, çok yavaşça dindi. Bir sene sürmüş gibiydi ve sonunda onu zayıfça seğirir, tahriş olmuş boğazından hırıltılı nefesler alır halde bıraktı. Pelteye dönmüş kasları ile kendini kaldırması ve titreyerek elleri ile dizleri üzerinde doğrulması için sanki bin sene daha geçti. Gözleri altın saçlı kadına takıldı ve kopardığı çığlık, daha önce çıkardığı her tür sesi gölgede bıraktı. Sendeleyerek, neredeyse düşerek, yerde ona doğru emekledi. Kadını kollarına almak için tüm gücünü kullanması gerekti. Kadının saçlarını açık gözlerinden arkaya süpürürken elleri titriyordu. “Ilyena! Işık bana yardım et, Ilyena!” Bedeni korumak istercesine kadının üzerine eğildi, yaşamak için nedeni kalmamış bir adamın hıçkırıkları ile dolu dolu ağladı. “Ilyena, hayır! Hayır!” “Onu geri getirebilirsin, Kardeşkatili. Karanlığın Yüce Efendisi onu yine yaşatabilir. Eğer ona hizmet edersen. Eğer bana hizmet edersen.” Lews Therin başını kaldırdı ve siyahlara bürünmüş adam o bakışların önünde istemsizce bir adım geriledi. “On yıl, Hain,” dedi Lews Therin, kınından çekilen çelik gibi yumuşak bir sesle. “İğrenç efendin on yıl dünyayı yakıp yıktı. Ve şimdi bu. Ben…” “On yıl mı! Seni acınası aptal! Bu savaş on yıldır değil, zamanın başından beri sürüyor. Sen ve ben Çark’ın dönüşü ile bin kez savaştık, bin kez savaştık ve zaman ölene, Gölge muzaffer olana kadar savaşacağız!” Bağırarak, yumruğunu kaldırarak bitirdi ve bu sefer gerileme, Hain’in gözlerindeki parıltı ile nefesini tutma sırası Lews Therin’deydi. Lews Therin dikkatle Ilyena’yı yere indirdi, parmakları saçlarını hafifçe okşadı. Ayağa kalkarken gözyaşları görüşünü bulandırdı, ama sesi buz tutmuş demir gibiydi. “Yaptığın diğer şeylerin affedilmesi mümkün değil, Hain, ama Ilyena’nın ölümü için seni öyle mahvedeceğim ki, efendin bile onaramayacak. Hazırlan…” “Hatırla, seni aptal! Karanlığın Yüce Efendisi’ne düzenlediğin nafile saldırıyı hatırla! Onun karşı saldırısını hatırla! Hatırla! Şu anda bile Yüz Yoldaş dünyayı paramparça ediyor ve her gün yüz kişi daha onlara katılıyor. Ilyena Güneşsaçlı’yı kim öldürdü, Kardeşkatili? Benimkiler değil. Benimkiler değil. Senin kanından bir damla taşıyan her hayatı kim yok etti, seni seven herkesi, sevdiğin herkesi? Benimkiler değil, Kardeşkatili. Benimkiler değil. Hatırla ve Shai’tan’a karşı çıkmanın bedelini anla.” Lews Therin’in yüzünde, toz ve kir tabakasının üzerinde aniden ter damlaları yollar çizdi. Hatırladı, bir rüya içindeki rüya gibi bulutlu bir anı, fakat bunun gerçek olduğunu biliyordu.

Robert Jordan – Zaman Çarkı #1 – Dünyanın Gözü
PDF Kitap İndir |